Eğer Balkanlara yolculuk yapmak istiyor ve kararınızı Karadağ turu yapmaktan yana kullanıyorsanız o halde bu yazı tam size göre. Her ne kadar Sabahattin Ali, yıllar önce çok severek okuduğum Kürk Mantolu Madonna romanında ‘‘Hayatta hiçbir zaman kafamızdaki kadar harikulade şeyler olmayacağını henüz idrak edememiştim’’ dese de benim Karadağ’ın Kotor şehrinde geçirdiğim tatilim hayallerim ve beklentilerimin çok çok üzerindeydi. Demek ki bazen hayallerimizden daha güzel şeyler de sunabiliyormuş hayat bize. Bu yazıda da size Karadağ turu içerisine dahil ettiğim Kotor gezimden bahsedeceğim.
Karadağ Nerede
Karadağ nerede sorusu ile sık sık karşılaşıyorum. Aslında Karadağ bize çok da uzak bir yerde değil. Kendisi Balkanlarda yer alıyor. Karadağ Arnavutluk, Kosova, Bosna Hersek, Sırbistan gibi ülkelerle de komşu. Yani bir taşla birçok kuş vurmanız mümkün Karadağ turu yaparken.
Karadağ Gezilecek Yerler
İstikamet önce Karadağ’ın başkenti Podgorica, oradan da Avrupa’nın en güney fiyordu olan, UNESCO tarafından koruma altına alınmış Kotor. Karadağ gezilecek yerler arasında bu ülkenin birçok şehri alınabilir ama ben tercihimi Kotor’dan yana kullanacağım. Yaklaşık bir buçuk saat süren bir yolculuğun ardından Podgorica’ya geldim. Havalimanından taksiye binerek 10 dakikada şehir merkezindeki otobüs terminaline ulaştım. Oldukça uygun bir fiyata biletimi aldıktan sonra, manzaraları doya doya seyretmek adına cam kenarına kuruldum. Ama o da ne şoför amca otobüsün içinde fosur fosur sigara içiyor, üstelik camı bile açmadan. Olsun sinirlenmek yok, huzurla kafa dinlemeye geldim. Zaten bir süre sonra alıştığımdan olsa gerek kokuyu hiç almaz oldum☺ Yaklaşık üç saat süren bir yolculuğun ardından Kotor’a ulaştım.
Old Town’u Dolaşın
Bu masalsı şehre bir sur kapısından giriyorsunuz ve bir anda kendinizi birkaç yüzyıl öncesine ışınlanmış gibi hissediyorsunuz. Etrafınız yüzyıllar öncesinden kalma taş binalarla çevrili, otelim de 600 yıllık bir binaydı. Otelin tarihi dokusu beni bir anda içine aldı, kendimi o kadar huzurlu ve mutlu hissettim ki… Hele bir de odaya çıktığımda, ben kapatmadığım sürece, eski bir radyodan sürekli çalan balkan ezgilerini duyduğumda mutluluğum tavan yaptı desem yeridir.
Ben araştırmamı yapmıştım, zaten geçen yaz Kotor’da geçirdiğim birkaç saatte aklıma yazdığım yerler de vardı. Ama yine de otel müdürü Danilo’dan bir harita aldım, tavsiyelerini not ettim ve yola koyuldum. Çok sayıda cruise gemisinin yanaşması ve Balkan turlarının geçiş güzergahında yer alması sebebiyle şehir öğlen saatlerinde oldukça kalabalık oluyor. O dar sokaklar, tarihi meydanlar turist grupları ile dolup taşıyor. Bu saatleri plajda geçirmek güzel bir alternatif olur düşüncesi ile yürüme mesafesindeki Havana Beach’e attım kendimi. Deniz çarşaf gibi ve tertemizdi. Ancak malesef biraz fazla yosunluydu. O yüzden doya doya yüzemedim ve plajda fazla zaman geçirmek yerine bir bot turuna katılmaya karar verdim.
Lady of Rocks Adası’na Gidin
Yaklaşık iki buçuk saat süren turda, eşsiz fiyort manzaraları ve denizi çevreleyen kara dağlar eşliğinde, üzerinde sadece bir kilise olan ‘Lady of Rocks’ adası ve şirin bir sahil kasabası olan ‘Perast’ı gördüm. Rüya gibi bir kasaba olan Perast’da çok uzun zamanımız yoktu, o yüzden bir kez daha gelip burada gün batımını izlemek hayallerim arasında çoktan yerini aldı bile.
Kotor’da, Old Town’da ya da onların deyimi ile Stari Grad’da geziyor iseniz bence çok fazla taviseyeye gerek yok. Kendinizi yollara vurun ve sokaklarda kaybolun, çünkü sizi her köşede farklı bir tarih, başka bir güzellik bekliyor. Yorulduğunuz yerde ise gözünüze güzel gelen bir yerde oturabilir, kalabalığı seyrederek kahvenizi yudumlayabilir ya da yemeğinizi yiyebilirsiniz. Ayrıca Karadağ’ın çok güzel şarapları var dönmeden mutlaka onların da tadına bakmalısınız. Hatta eğer denk gelirseniz mutlaka ev şaraplarını da tatmalısınız. Ben en çok ‘Old Winery’de içtiğim beyaz ev şarabını beğendim.
Kotor Yeme İçme
Kotor’da yeme içme bir çok Avrupa şehrine göre oldukça uygun. Eğer Adriyatik kıyılarına geldik deniz ürünü yemeden dönmek olmaz diyorsanız Old Town’da yer alan ‘Dekaderon’ ya da ‘Skala Santa’ restoranlarından birini tercih edebilirsiniz. Aperatif bir şeyler ya da İtalyan yemeği yemek istiyorsanız yine Old Town’da yer alan ‘Luna Rossa’, ‘Bokun’, ‘Hippocampus’ restoranlarından birini tercih edebilirsiniz. Uzun uzun oturup yemek yemek istemiyorsanız ‘Pronto’dan 2 Euro’ya incecik ve çıtır çıtır bir dilim pizza alarak yolunuza devam edebilirsiniz. Tarihle bu kadar iç içe olmak yeter biraz da denizle iç içe olalım derseniz de surların dışına çıkıp, sağa dönerek kısa bir yürüyüş yaparsanız limanın hemen yakınındaki ‘Terminal’ kafede bir şeyler atıştırabilir ya da biraz daha ilerde önünde plajı da olan ‘Konuba Akustik’de yöresel yemeklerin tadına bakabilirsiniz. Geceyi ise Old Town’da bir ara sokakta yer alan Gelateria di Cattaro’da şahane bir İtalyan dondurması yiyerek sonlandırabilirsiniz. Ama benden tavisye son gecenizde gidin yoksa her gece gitmek isteyebilirsiniz.
Kotor’a geldiniz mi yapmadan dönmemeniz gerekenlerden biri de yaklaşık 45 dakika süren bir merdiven çıkma mücadelesi ile kaleye tırmanmak, o nefes kesen fiyort manzarasına bir de tepeden bakmak. Ancak, kaleden indikten sonra yarım saat kadar bacakları titremiş biri olarak şunu da söylemeden geçemeyeceğim o büyüleyici manzarayı görmek için en en tepeye çıkmaya gerek yokmuş, tepeye yaklaşsanız da yeter bence☺
Ben gelmişken daha fazla yer görmek adına otelimin de yönlendirmesi ile Boka Bay, Karadağ’ın eski başkenti, 15. yüzyılda kurulmuş, Ortadoksların dini merkezi olarak sayılan: Cetinje, Lovcen, Skodar Lake gibi yerlerin yer aldığı ‘Great Montenegro’ turuna katıldım. Tur sırasında uzun bir süre Avusturya-Macaristan İmparatorluğu döneminde yapılmış ve yapıldığı yıldan beri hiç genişletilmeyen tarihi bir yoldan ilerleyerek dağların arasında dolaştık. Fazla dar olması sebebiyle zaman zaman bunaltıcı olsa da fiyortları gördüğünüz anda yolun bütün sıkıntısını unutuyorsunuz. Turumuz sırasında bir dağ köyünde kahvaltı molası verdik. İnek etinden yapılmış proscuitto ve yörsel peynirleri olan Njegush ile hazırlanmış bir sandviç yedik. Öğlen ise Skoder Gölü’nün alabalığının tadına baktıktan sonra River of Crnojevic’de bir saat kadar süren bir bot turu yaptık. Farklı yerler görmek adına güzel bir deneyimdi, ama bir kez daha anladım ki fazla dağlık yerleşim yerleri pek bana göre değil. Benim ucundan da olsa denizle iç içe olmam lazım.
Son gün geldiğinde, güzel anılar, keyifli sohbetler, hafızama kazıdığım unutulmaz manzaralar eşliğinde Podgorica’ya doğru yola koyuldum.
‘‘Kader, yolun tamamını değil sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir. Ama tüm dönemeçler ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatın hakimisin ne de hayatın karşısında çaresiz’’ demiş Şems-i Tebrizi.
Belki de en doğru kararları almak için, herkesten her şeyden uzakta kendinizle baş başa kalmak gerekir. Kendimi yenilenmiş hissettiğim için sevdim tek başıma tatil yapmayı. Artık şeytanın bacağını kırdım, umarım bundan sonra tek başıma tatil yapmak için daha çok fırsatım olur, unutmayalım her tatil yeni başlangıçları beraberinde getirir…