En çok annemin kızı, kızımın annesi olmayı sevdim bu hayatta..
Bir kızım olsun istedim en küçük yaşlardan beri… Yalnızca bir kız… Bu kez ben anne rolünde olarak annemle yaşadıklarımı benimle yaşayacak, anne mi, evlat mı daha çok sever sorusuna yanıt arayacaktım. Ve şükürler olsun ki hayat bana, küçücük burnunu havaya dikerek en büyük hayat derslerini veren, en çılgınından, en delisinden bir kız verdi. Yine bir kadınlar gününde yazmıştım. Henüz üç yaşlarında falandı sanırım. Benim annem hem erkek hem kadın! dediğinde. Kadınlığıma verilmiş en büyük armağandı. Ve geçen pazar anneciğimle pazar kahvemizi içip dertleşirken son bombasını patlattı. “Dik dur bakayım. Ben seni her zaman güçlü bir kadın olarak tanıdım ne zaman biraz eğilsen başlıyorsun ağlamaya dik dur!.” dedi ve oyununa kaldığı yerden devam etti. İşte benim kızım dedim. Kainat onun sesinden konuşuyor bana.
Bizler, madalyonun doğru tarafında, kadınların kadınca değer görerek yaşadığı şanslı kadınlarız. Bu aralar ben İtalya seyahati programı yapıyorum. Şimdiden araştırmaya başladım. Nerede ne yenir? Ne alınır? Nereleri gezilir? Ve iyi ki benim gibi seyahat deneyimleri yazan hemcinslerim var. Hepsinin bloglarında deneyinimlediklerini not alıyorum, seyahatlerimde bana yardımcı olması için. Ve dönünce en ince noktalarına kadar ben de yazıyorum okuyucularıma yardımcı olması için. Sonra bir İngiltere seyahatim var. O daha uzun süreli bir seyahat olacak. 3305 km öteye tek başıma seyahat edeceğim. Dedim ya bizler madalyonun doğru tarafında kadın olmanın şablonlarıyız aslında. Özgürce yazabildiğimiz bloglarımız, kız arkadaşlarla planladığımız seyahatlerimiz, tokuşturduğumuz kadehlerimiz var.
Oysa zordur kadın olmak. Hele de bazı coğrafyalarda… Her gün biz güneşli bir sabaha uyanıp rujumuzun renginin derdine düşerken, tecavüzle renkleri solan ve cinayetle hayatları sonlanan kadınların olduğu bir dünya burası. Tek suçları kadın olarak dünyaya gelmek! Prag seyahati boyunca okuduğum Hakan Günday’ın Az isimli kitabı bu gerçeği bir tokat gibi çarptı yüzüme yeniden. İçim delik deşik olarak okudum, gözyaşlarımı özgür bırakarak ve bir çırpıda henüz 11 yaşındaki Derdâ’nın hikayesini. Bırakamadım elimden. Ama bir gerçek daha var ki bilinmesi gereken küllerinden doğar kadın. Yıkılmaz! Elbet bir yol açar, yaratır. Acıları merdiven yapar da ayağının altına istediği yıldıza ulaşır. Kadın demek emek demektir. Değil mi ki analık vasfı verilmiştir kadına yücelerden yücedir. Bir kadına vahşice davranabilen erkeği doğuran yine bir kadındır. “Erkeği doğuran kadındır! Karnında taşır; kanıyla canıyla besler büyütür, kalbinde taşır; sevgisiyle, ilgisiyle yaşatır. Sevgiyi bulduğu yere gökkuşağının bütün renklerini taşır.
Aziz Nesin ne güzel dile getirmiş;
Bir kadına ne verirseniz verin, onu daha büyük hale getirir…
Ona sperm verirseniz, size bir çocuk verir,
Ona bir ev verirseniz, size bir yuva verir,
Ona sebze verirseniz, size yemek verir,
Ona bir gülücük verirsiniz, size kalbini verir,
Ona bir şarkı söyleyin size konser verir,
Kendisine verilen her şeyi çarpıp çoğaltıp geri verir,
Bu yüzden ona çamur atarsanız, karşılığında bir bataklıkta boğulmaya hazır olun.
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günümüzü daha aydınlık yarınlarda kutlamak dileğiyle…
Yaşasın Emekçi Kadınlar!.
Yaşasın Gezgin Kadınlar!.
Blogu tesadüf eseri keşfettim bu yazıyı da bir kadın gezgin olarak çok beğendim.