Üsküp’te Şiir Gibi Günler…

Üsküp’te Günler

Bir arkadaşımdan geçen yıl öğrenmiştim. Yılın ilk leyleğini gördüğün zaman ayağa kalkıp selamlarsan bütün yılın bol seyahatli geçermiş. Böyle bir bilgi öğrenip de uygulamamam mümkün değil tabii, yeter ki sonunda tatil gelsin :) Geçen yıl leylek selamlamamı deniz kıyısında, dalga sesleri eşliğinde yaptıktan sonra bütün senem hiç planlamadığım, her biri birbirinden güzel anılarla dolu tatillerle geçti. Hal böyle olunca bu yıl da dört gözle leylekleri beklemeye koyuldum. Ne mutlu bana ki bu yıl ki leylek selamlamamı çok sevdiğim şehirlerden birinde, Üsküp’te tatilde iken yaptım.

Umarım 2016 yılı da benim için tıpkı 2015 gibi bol seyahatli geçer. Çünkü hayat kısa yeni yerler keşfedip hayatı dolu dolu yaşamak lazım. Tıpkı Nazım Hikmet’in dediği gibi

‘‘Seversin dünyayı dolu dizgin
Ama o bunun farkında değildir
Ayrılmak istemezsin dünyadan
Ama o senden ayrılacak’’

Eee hal böyle olunca dünya bizden ayrılmadan onu ne kadar keşfetsek, ne kadar çok şehrine ayak bassak kardır.

Geçen yaz yaptığım hızlandırılmış Balkan turunda içimde kalan, tam olarak gezemediğime inandığım şehirlerden biri de Üsküp’tü. Çok geç vakitte gidip sabah erkenden ayrılmak zorunda kalmıştık. O nedenle ikinci bir ziyaret şarttı. Bazı şehirlerle ara ara hasret gidermek gerekiyor bana kalırsa, özellikle çok sevdiklerinizle, içinize dokunanlar, içinizde kalanlarla.

‘‘Geride kalan kalbinizse, mutlaka geri dönersiniz’’ demiş Marc Levy. Aslında o an fark etmeseniz de bazı şehirlerde gerçekten de kalbimiz kalabiliyormuş galiba. Benim aşık olduğum, kalbimde yatan şehir hala Ohrid olsa da kalbimin bir parçası da Üsküp’te kalmış demek ki. Şehrin adı Osmanlı zamanında Yüzküp’müş bunun nedeni ise rivayete göre Osmanlı şehri terk ederken evlerin altına küp küp altınlar gömmüş. Bu isim zamanla değişmiş ve şehir bugün ki adını almış.

Bu sefer geçen yaz gördüğümden çok daha farklı bir şehir karşıladı sanki beni. Sokaklar, caddeler meğer ne kadar güzelmiş, ne kadar bilinmeyen yer, saklı kalmış güzellik varmış… Özellikle devasa heykelleriyle dikkat çeken, Hıristiyan nüfusun yoğunlukla yaşadığı yeni şehir tarafını pek gezme fırsatımız olmamıştı. Bu sefer zamanımızın çoğunu orada geçirdik. Heykeller öylesine heybetli, öylesine çoktu ki aklıma Özdemir Asaf’ın ”Mutluluğun mezarları / Yalnızlığın heykelleri var.” dizeleri geldi. Belki gerçekten de yalnızdır, şehrin bu modern tarafı, kim bilir.

Üsküp’te Müslüman ve Hıristiyan tarafı birbirinden, Vardar Nehri üzerine kurulu eski adı Fatih Sultan Mehmet, yeni adı Karpoş olan köprü ile ayrılıyor birbirinden. 2001 yılındaki savaşta yıkılan bu köprü, eskisine sadık kalınmayarak bambaşka bir mimariyle yenilendikten sonra Osmanlı’ya karşı sürekli ayaklanma başlatan Karpoş’un adını almış.

İki tarafında kendine göre bir güzelliği var. Sıcak ve samimi insanlarla dolu. Özellikle eski şehir tarafı Osmanlı Dönem’inde kalma tarihi eserlerle dolu. Yaşanan onca savaşa, onca tahribata rağmen olabildiğince ayakta durmaya çalışan eserlerle. Bir tarafta üzerinde dört farklı saat bulunan bir saat kulesi, diğer bir tarafta içinde sadece kadınların çalıştığı ve sadece kadınların girebildiği bir bedesten, Türkçe hutbe okutulan Murat Paşa Cami, şırıl şırıl suların aktığı çeşmeler ve her biri ayrı bir hüzünlü bakan daha nice konaklar, evler…

Hala Osmanlı’nın izlerini taşıyan, Türk tarafından çıkıp Hıristiyan tarafına geçtiğinizde kendinizi bambaşka bir şehre varmış gibi hissediyorsunuz. Yemyeşil ağaçları, şık kafeleri, geniş caddeleri ile sanki bir Avrupa şehri karşılıyor sizi. Sanki bir şehrin içinde iki farklı şehir var Üsküp’te. Özellikle oldukça üzücü olsa da Müslüman–Hıristiyan ayrımı çok bariz bir şekilde fark ediliyor.

Balkanları gezmenin en güzel taraflarından bir tanesi de Avrupa ülkeleri ile kıyaslandığında oldukça uygun olması. 1 Euro yaklaşık 60 Makedon Dinarı ediyor. En güzel, en keyifli yerlerde yemeğinizi yiyip en güzel kafelerde kahvenizi yudumlayıp tatlınızı yiyebilirsiniz hem de oldukça makul fiyatlara. Türk tarafında Destan’da yediğim köftenin tadı damağımda, yeni şehir tarafında içtiğim kahvenin kokusu burnumda veda ediyorum Yahya Kemal’in şehrine. Ama biliyorum ki bu veda bir elveda değil, en kısa zamanda yeniden geleceğim belki de sonbaharda yeniden bir Üsküp, Ohrid turu yaparım kim bilir.

İlerde ‘keşke’ demektense gençken içimden geldiği gibi kah duyarlı kah umarsız yaşamayı istemişimdir hep, ama ne yazık ki hep duyarlı tarafım ağır basıyor ve ne zaman ilerde pişmanlık duyacağımı hissetsem Can Dündar’ın dizelerini hatırlıyorum.

‘‘…Keşke’li cümlelerde nasıl yaşanmamışlığın, yarım kalmışlığın o ezik tuzu kuruluğu varsa, ‘iyi kililerde de göze alabilmişliğin, riske girebilmişliğin, tadına varılabilmişliğin mağrur yaraları kanar… ‘İyi kilerinizi toplayın bugün ve ‘keşke’lerinizden çıkartın….’Keşke’leriniz ‘İyi ki’lerinizden çoksa telafi için elinizi çabuk tutun…’’

İşte bu dizeler benim, keşke değil de iyi ki diyeceğim yollara yönelmemdeki ışığım oluyor. Hayatta daha cesur adımlar atmam için bana güç veriyor. Umarım sizin de hayatınızda her zaman ‘iyi ki’leriniz ‘keşke’lerinizden fazla olur.

2013 yılında Tarih Bölüm'ünden mezun olduktan sonra tarih, gelenekler, en çok da yeni yerler keşfetme ve yemek aşkı ile 2014 yılında ucanmutfak.com adlı blogumu kurdum. Böylelikle hayata dair en büyük tutkularımı herkesle paylaşabilme imkanı yakalamış oldum. İş hayatından fırsat buldukça yeni yerler keşfetmeye, yeni yemekler denemeye ve bu keşiflerimi blogumda paylaşmaya çalışıyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir