2014‘ün haziran ayında, bisikletle Çanakkale’den yola çıktım ve 43 günde 4057 kilometre yol katederek 9 ülke, 40’tan fazla şehir, sayısını hatırlayamadığım kadar köy, kasaba vs. gezdim. Muhteşem doğası, tarihi dokusu ve misafirperver insanların olduğu Makedonya‘yı çok beğendim. Makedonya seyahatime, bir anımı anlatarak başlamak istiyorum.
Seyahate çıkmadan önce biraz araştırma yapmıştım, ama yine de Makedonya hakkında çok fazla bilgiye sahip değildim. Yunanistan sınırına girdiğimde gümrükteki polis, Yunanistan’da ne yapacağımı, kaç gün kalacağımı, param olup olmadığını, daha sonra nereye gideceğimi sordu kaba bir tavırla… Ben de sınırı geçene kadar, kendisine dayı dedim ve son derece kibar bir şekilde adamın sorularını yanıtladım. Son soruya cevap olarak da, 5 gün kalıp Makedonya’ya geçeceğimi söyleyince, adam sinirlendi ve bana:
“Sen ne demek istiyorsun, Makedonya diye bir ülke yok, Makedonya Yunanistan’da zaten…” gibi sert bir çıkış yaptı. Baktım, polis sıkıntı çıkaracak:
“Kusura bakmayın, dilim sürçtü, Selanik’ten sonra Fyrom’a geçeceğim” dedim. “Ben anlamam! Devir bisikletini, çantalarını kontrol edeceğim” dedi ve benim de tepemi attırdı.
“Deviremem, kontrol edeceksen bu şekilde et, yoksa izin vermem” dedim ve -dakka bir, gol bir- ilk sınır tartışmamı da yaşadım bu adam yüzünden.
Neyse bir süre sonra, elinde K9 olan daha akl-ı selim bir polis yanımıza geldi ve diğerine, gözüyle işaret ederek gitmesini söyledi. Köpek geldi, çantaları kokladı ve onay verdikten sonra ben de Yunanistan’a girmiş oldum.
Bu anıdan sonra, Yunanistan’da tanıştığım başka insanların da Makedonya’ya olan tepkilerine şahit oldum. Hatta, çok iyi Türkçe konuşan Yunan bir tur rehberi kadın, yarı şaka olarak: “Seni kınıyorum, sana savaş açıyorum” demişti.
Yunanistan’da seyahat ettiğim 5 gün içinde, konunun aslını öğrendim. Yunanistan’da Makedonya denilen bir bölge var ve bu bölgenin de başkenti, Selanik. Yunanlar, Makedonya ülkesini tanımadıkları için bu kelimeyi kullanmıyorlar. Makedonya denildiği zaman, Selanik’teki havaalanı anlaşılıyor. Eğer Makedonya’ya gitmek isterseniz, Skopje (Üsküp) tabelasını takip etmeniz gerekiyor.
Yunanların bu son derece gereksiz tepkileri yüzünden, ön yargıyla gittiğim Makedonya’da, bulunduğum 5 gün içinde, hiçbir olumsuzluk yaşamadım ve hep iyi niyetli, güler yüzlü, yardımsever insanlarla karşılaştım.

Yemyeşil bir coğrafya Makedonya… Bulunduğum mevsimde hep yağmur yağması ve havanın puslu olması, bana Karadeniz Bölgesi’ni anımsattı. Özellikle Vardar Nehri‘nin çevresi, Udovo, Demir Kapija, Prilep, Bitola, Resen, Ohrid ve Struga muhteşem doğasıyla beni etkiledi.
Makedonya’daki ilk günümde, bir benzin istasyonunda tesadüfen tanıştığım nakliyecilerin misafiri oldum. Ertesi gün Negotino‘ya kadar Vardar Nehri’ni takip ettim, sonra Prilep yönüne döndüm. Ara ara tırmanışların olduğu, etrafı ağaçlık, keyifli ve sakin bir yoldu burası. Akşama doğru, Pletvar geçidini çıktıktan sonra, büyük bir hızla Prilep kentine vardım ve bir öğrenci yurdunda kendime kalacak yer ayarladım. Yazları, yurdun yatakhanesinin bazı odalarını turistlere kiralıyorlarmış. Odaya eşyalarımı yerleştirdikten sonra patlayan lastiğime yama yaptım ve karnımı doyurmak için şehir merkezine gittim.
Şehir dediğime bakmayın, kasaba gibi bir yer aslında Prilep. Sivrihisar’a benziyor biraz…


Prilep’ten sonra Bitola‘ya (Manastır), sonraki gün de Ohrid’e gittim. Manastır kentindeki, Atatürk’ün de okuduğu Askeri İdadi Binası, seyahate çıkmadan önce koyduğum hedeflerden biriydi ve Bitola’ya gider gitmez, ilk olarak bu binayı gezdim. Bir zamanlar okul olan binanın üst katında, Atatürk Müzesi ve Manastır Kent Müzesi diye iki tane müze var, tek bilet alarak ikisini de gezmek mümkün.
Kentin en işlek caddesi olan Sirok Sokak‘ı (Makedonca’ya Türkçe’den Sokak, cadde anlamında kullanılıyor), bu uzun caddenin girişindeki pazarı, antikacıları, caddenin sonundaki ağaçlı parkı, şehrin dışındaki Heraklea Antik Kenti‘ni görmeden Bitola’dan ayrılmamak gerek.

Heraklea Antik Kenti’ni de gezerek, hedeflerimden üçüncüsü olan Pompei ziyareti öncesinde, kendimi biraz daha motive etmiş oldum. Mozaiklere, özellikle de hayvan figürlerine hayran kaldım.





Şehrin girişindeki pazarda deri ayakkabı, terlik vs asılı bir dükkan gördüm. İçeri girdim, aynı zamanda dükkanın da sahibi olan deri ustasıyla biraz sohbet ettim. Terden kopmak üzere olan fotoğraf makinemin askısının yerine yenisini yaptı sağ olsun. Fotoğraftaki deriyi kesmek için kullandığı seksen yıllık bıçak, kendisine dedesinden kalmış.

Makedonya’da, eski Yugoslavya zamanından kalma Zastava marka otomobillere çok sık rastlanıyor. Demir perde teknolojisini ve küçük otomobilleri seven birisi olarak bu otomobillerin birçok fotoğrafını çektim. T




Bitola’dan Ohrid’e gittiğim gün hava yağmurluydu ve çok ıslanmıştım. Ohrid’e gelir gelmez, kalacak bir yer bulup kurulanmak istiyordum. Şehir merkezine girdiğim sırada, bisikletli yaşlı bir adamın bana seslendiğini, bir şeyler söylemeye çalıştığını fark ettim ama aceleden olsa gerek, duramadım ve adamın ne söylemek istediğini de öğrenemedim. Neyse, önce şehir merkezine gittim, bir Türk lokantasında bir şeyler yedim, hava kararınca da otel, pansiyon vs aramaya koyuldum. Ohrid’de gezinirken, tesadüfen o bisikletli yaşlı amcayla karşılaştım. Adam, pansiyon işletiyormuş meğerse; bana da bunu söylemek için seslenmişmiş. Ayak üstü konuştuk;
“Gel bi’ bak, beğenmezsen kalmazsın” dedi.
Şehrin merkezinde, pırıl pırıl, tertemiz bir pansiyon. İnterneti var, sıcak suyu var, fiyatı da çok uygun; daha ne isteyebilirdim ki? Bisikletimi koymam için de kilitli bir depo gösterdi bana… İki gece kaldım bu güzel pansiyonda. Ohrid’e gideceklere tavsiye ederim.

Kiril alfabesinin doğduğu yer olarak bilinen Ohrid; tarihi binaları, kalesi, gölü, kiliseleri, Osmanlı döneminden kalma eserleri ve Beypazarı evlerini andıran sempatik mimarisi ile muhakkak görülmesi gereken bir şehir. Eski çarşı içinde, özellikle de göl kenarında kaliteli ve şık restoranlar var; fiyatlar da diğer turistik Avrupa şehirlerine göre çok daha uygun. Aklınızda olsun; Ohrid’de güzel pizza yapıyorlar.







Yüz ölçümü küçük olmasına rağmen, farklı kültürlerin de bir arada yaşandığı bir ülke Makedonya. Uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde olduğundan, her yerde Osmanlı’nın izlerine rastlamak mümkün. Doğası ve kültürel zenginliklerinin yanında, mutfağının da çok güzel olduğunu belirtmek isterim. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından vize istememesi de Makedonya’yı görmeniz için bir başka cezbedici neden.