Girne’de denize bakan odalarımıza yerleştik. Karnımız zil çaldığından hiç oyalanmadan arabaya atladık ve tavsiye üzerine ”Kemal’in Yeri” ne doğru yola çıktık. Kıbrıs “şööle sıcak, böyle sıcak” dedikleri için aldım bavula en ince şeyleri, lâkin burada yağmur yağıyor, hava da serince. Yol boyunca balıkçıda dışarıda oturmak istediğimden inşallah orada yağmur yoktur dileklerimle çevreyi inceliyorum.
Sarı otlar, araya serpiştirilmiş zeytin ağaçları, arkadaki heybetli görüntüsüyle Beşparmak Dağları hoşuma gidiyor. Yaklaşık bir saatlik yolculuktan sonra ‘’Kemal’in Yeri’’ ne varıyoruz. Neyse ki Yeni İskele-Boğaz dedikleri bu mevkide yağmur yok, hava da sıcak sadece biraz rüzgarlı o kadar.
Açık havada, tahta masa ve sıraların olduğu, çevrenin çiçeklerle bezendiği hoş bir mekân burası. Denize sıfır değilsiniz, ama hemen karşısında gözleriniz mavi çırpıntıyı görüyor.
Garson gelince siparişimizi veriyoruz ve hemen arkasından soğuklar pat pat önümüze diziliyor. Sirkesi-limonu tam kıvamında diri yeşil salata, taze ve lezzetli cacık ile humus, taze fakat biraz tuzlu tahini bayıla bayıla yemeğe başlıyoruz. Kızartıp getirilen köy ekmeğini de salatanın sosuna banmadan edemiyoruz.
Arkasından ızgara ahtapot alıyoruz. Pişmesi, yumuşaklığı, tadı tuzu tam kıvamında geliyor. Onu da keyifle midemize indirdikten sonra sıra ana yemeğe, yani balığa geliyor. Biraz bekledikten sonra kocaman ızgara lağos ortaya koyuyorlar (yanında çıtır patatesle beraber servis ediliyor). Kuyruğu senin, yüzgeci benim, başı onun derken bir çırpıda bu lop lop eti bitiriveriyoruz. Bana göre biraz daha pişebilirdi onun dışında her şeyi iyiydi.
Bu yemeğin üstüne Kıbrıs kahvesi Con’la yapılmış orta kahvelerimizi içerken çevrede oynayan yavru kediler bize de sırnaşıyor. Onlarla biraz oyalanıp karşıdaki ufak sahili ve arkasından küçük marinayı turlayıp otelimize geri dönüyoruz.
Yolunuz Kıbrıs’a düşerse bu lağos ziyafetini kaçırmayın derim.