Vikinglerin Diyarında…

İskandinavya Gezisi: Kopenhag’dan Malmö’ye…

Kopenhag tipik bir İskandinav şehri. Danimarka’nın başkenti olan bu şehirde Vikinglerin ülkesinde olduğunuzu hemen hissediyorsunuz. Zaten eskiden Vikinglerin balıkçı kasabasıymış burası. Sonradan bir liman şehri olarak gelişmiş. Liman kıyısındaki rengarenk evler, ahşap gemiler bir an sizi alıp Viking efsanelerine götürüyor.

Bir yarımada ve 406 tane adadan oluşan İskandinav ülkesi Danimarka, suyun keyfini çıkaracağınız yerlerden biri. Üstü açık teknelerle kanalları gezmenin tadına doyum olmuyor.

Burası Nyhavn – yani Yeni Liman…

Kopenhag - Yeni Liman (Nyhavn)

Şehrin en önemli ve meşhur limanı burası. 1800’lü yıllardan kalma renkli boyalı evlerin, kafe ve restoranların eşlik ettiği kanalda tekne gezileri yapan turistler, bu canlı ve hareketli ortama ayrı bir güzellik katıyor.

Gezimize bu güzel limandan başlayalım dedik. Limanın girişinde kocaman bir denizci çıpası var. II. Dünya savaşında ölen Danimarkalı askerlerin anısına yapılıp konmuş oraya… Kafe ve restoranlar biraz pahalı, gerçi her yer ve her şey pahalı bu ülkede. Refah düzeyi çok yüksek olduğu için herhalde onlara normal gelen fiyatlar bize oldukça yüksek gelmişti.

Bu da Christianshavn denilen liman bölgesi.

Kopenhag - Eski Liman (Christianshavn)

Christianshavn artistlerin, sanatçıların, işadamlarının ve daha bohem bir kesimin tercih ettiği bölgeymiş. Şehrin merkezine biraz uzak bir yer burası ama görmeye değer.

Kopenhag - Eski Liman (Christianshavn) civarı

Şehrin bence en güzel yerlerinden biri de Tivoli Bahçeleri. İnanılmaz yeşillikte rengarek bir eğlence parkı burası. İçinde lunaparkı var, göleti var, kocaman ahşap bir korsan gemisi var, kayıkla gezmek veya kafelerinde ya da restoranlarında keyif yapmak seçenekler arasında. Burada konser ve tiyatro gösterileri de düzenleniyormuş. Yani burası gündüz ayrı güzel, gece ayrı güzel.

Tivoli’de kayık sefası…

Kopenhag - Tivoli Bahçeleri

Gelelim şehrin yemyeşil bir başka tarafını gezmeye…  Churchill Park. Nasıl güzel ve kocaman bir park anlatamam, içinde kaybolup gitmek istiyor insan.

Danimarka’ya kadar gidip, Kopenhag’ın simgesi “denizkızı”nı görmeden olmaz… Yolumuza devam ediyoruz ve denize doğru gittikçe küçük denizkızımıza yaklaşıyoruz.

1913 yılında Edvard Eriksen‘in yaptığı bu taşa oturmuş küçük denizkızı heykeli, yine şehirde heykeli bulunan meşhur Hans Christian Andersen‘ın denizkızı masalından esinlenerek yapılmış… Bir prense aşık olan ve onun yanına gelmesini bekleyen denizkızının bu boynu bükük hali içimi parçaladı biraz.

Kopenhag'ın simgesi "Küçük denizkızı" heykeli

Bu hüznün üzerine kendimizi tekrar şehir merkezine atıp biraz alışveriş yapmak geldi içimizden. Ev dizaynı olsun, mücevher dizaynı olsun tasarım konusunda oldukça iyiler, çok değişik ve farklı geldi her şey bana…

Şehir merkezinden gezinti anıları…

Kopenhag merkez

Gece 22:30 ve hava halen kararmadı. Aylardan Haziran… Biraz serin… Ama hava aydınlık. Banklarda biraz dinlenip şehri, gelen geçeni seyrettik.

Kopenhag merkez
Kopenhag merkez

Saat gece 23:00 civarı otelimize yorgun ama mutlu döndüğümüzde hava halen kararmamıştı !

Bence Danimarka çok kosmopolit, çeşit çeşit insanın yaşadığı, canlı, hareketli çok güzel bir şehir – kesinlikle favorilerim arasında…

İskandinavya gezisine Malmö’de devam…

Buralara kadar gelip, denizin karşısında bize göz kırpan, İsveç’in Malmö kentine uğramadan dönmeyelim dedik. İyi ki de gitmişiz, çok sevimli, düzenli, resim gibi, tablo gibi bir şehir… Kopenhag’da Pakistanlısından Arabına kadar her türlü milliyetten insana raslamak mümkünken, Malmö’ye geçince bir bakıyorsunuz ki herkes sarışın, herkes İsveçli… Gerçi burada da yaşayan epey göçmen olduğunu okumuştuk ama Kopenhag’daki gibi baskın değildi ki gözümüze batmadı hiçbiri. Karşılaştırmaya devam edecek olursak, Kopenhag çok güzel ama mesela çok temiz diyemem. Büyük ve kosmopolit bir şehir olmanın dezavantajını yaşıyor gibi biraz. Ama Malmö pırıl pırıl. Daha bir Avrupai, daha bir elit görüntüsü var kentin. Galiba ben Malmö’yü daha çok sevdim. Küçük, sessiz, sakin ama çok şirin, çok keyifli bir yer. Her iki ülkede de bisiklet kullanımı yaygın ama Malmö’de daha çok bisiklet gördük gibi geldi bana.

Danimarka’da Danimarka Kron’u geçiyordu, burada ise İsveç kronu. İsveç’deki fiyatlar az biraz daha makul geldi Kopenhag’dan sonra. Bu ülkelere giderken Türkiye’den kron alıp gitmekte fayda var, Euro’nuzu orada zararına bozdurmaktan daha karlı olabilir. Olmadı yetmedi, kredi kartı kullanırsınız bazı yerlerde.

Dönelim Malmö’ye ve güzelliklerinden bahsetmeye. Özellikle “Old Town” kısmı, yani daha bir eski ve tarihi olan bölgesini ben çok sevdim. Şehre girer girmez göreceğiniz “Stortorget” yani “Büyük Meydan” muhteşem güzel bir yer. Bayıldım, bayıldım… Bu yuvarlak meydanda kışın buz pateni yapılıyormuş.

Kopenhag ve Malmö’de en çok hoşuma giden şeylerden biri de ne oldu biliyor musunuz? Tabelalar ve ilanlar. Ne yazdığını anlamak şöyle dursun, tahmin etmek iyice zorlaştı ya, işte o çok hoşuma gitti. Anlamadıkça tahmin etmeye çalışıyor, sonra yaklaşıp bakıyoruz ne satıyor, neciymiş, doğru tahmin etmiş miyiz diye… Bilinmeyen ve anlaşılamayan bir şey daha çekici gelir ya, o misal…

İşte Malmö’nün “Stortorget”i, yani “Büyük Meydan”ından kareler… Duvardaki yazılar favorim.

Malmö - Stortorget

Meydanın orta yerinde kral 5. Karl Gustav’ın bir heykeli var.

Büyük Meydan’dan yukarı doğru yürürken bronzdan yapılmış arka arkaya sıralanmış müzisyen heykelleri çok sevimli. Herkes Malmö’ye geldiklerinin bir kanıtı olarak bunlara sarılıp fotoğraf çektiriyordu.

Bir de “Lilla Torg” diye bir yer var, yani “Küçük Meydan”, orası da güzel mi güzel bir yer. Dört bir yanı kafe ve restoranlarla çevrili, tek veya iki katlı binaların olduğu çok şirin bir yer.

Çok güzel şeyler bulabileceğiniz dükkanlar ile çevrili bu meydan cıvıl cıvıldı. Danimarka’da olduğu gibi burada da tasarımlar harika. Zaten tasarımcılarıyla ünlü olduğunu söylüyorlar Malmö’nün. Bu meydandan aşağıya doğru yürüyünce “Gamle Vaster” denilen bir bölge var, o eski evlere bakmaya doyamaz insan, o kadar tatlılar ki. Alıp yanında buralara getiresi geliyor insanın. Hemen sekiz on katlı apartmanlarda oturmaktan ne kadar sıkıldığımızı düşündürdü bize. Ya tek katlı ya da en fazla iki katı olan bu binaların bir kısmı  ev, bir kısmı dükkan, sanat galerisi, restoran veya kafe olarak kullanılıyor. Bu meydanda bir kafede kahvemi bitirmiş ama etrafı seyretmeye doyamamış olduğumdan halen oturmakta ısrar ettiğim için neredeyse Kopenhag’a son dönüş trenini kaçırıyorduk.

Malmö - Lilla Torg

Bu kuzey ülkelerinde en fena şey havanın sık sık yağmurlu olması. Haziran ayının 8-12 si arası oradaydık ve 2 tam gün yağmur yağdı. Eminim yağmasa çok daha keyifli olurdu ama kuzey ülkelerine gidince yağmursuz zamanı yakalayabilirseniz çok ama çok şanslısınız demektir. Neyse yağmur yağıp gezmeyi zorlaştırdıkça alışveriş merkezlerine daldık doğal olarak… İşte merkezden birkaç görüntü…

Malmö’de ilgilenenler için Denizcilik ve Teknoloji Müzesi de var.

Malmö ile özdeşleşmiş bir yer daha var, o da batı limanındaki İsveç’in en yüksek binası olan “Turning Torso”. Bu yapı hakikaten dönüyormuş izlenimi veren bir şekilde dizayn edilmiş. 190 metre uzunluğundaki 54 katlı bu binayı İspanyol mimar Santiago Calatrava yapmış. Kendisi aynı zamanda bir heykeltraş olan Calatrava bu binayı tasarlarken yine kendi eseri olan “Twisting Torso” isimli dönen insan heykelinden esinlenmiş. 2005’de açılan bina önceden rezervasyon yapılarak gezilebiliyor. Biz gezemedik ama şehrin birçok yerinden görünüyordu, uzaktan bakmakla yetindik…

Bence Kopenhag’a giden herkes mutlaka Malmö’ye günübirlik uğramalı. Gitmesi hem kolay hem de çok enteresan. Kopenhag’dan trene biniyorsunuz – (araba da olur tabii). Arada deniz var diyeceksiniz – evet var, Baltık Denizi var ve de Danimarka ile Malmö arasındaki denizin üzerinde bir de köprü var: Øresund Köprüsü. Köprünün bir ayağı Kopenhag’da, diğeri Malmö’de. Google Earth’den baktık gitmeden önce… Aaaa, o da ne, köprü ortada bir yerde kayboluyor, sonra yine çıkıyor. Meğer denizin altına giriyormuş. Korkarım filan diye hafif tedirgin oldum ama enteresandı yani. Trene biniyorsunuz etrafı seyrede seyrede giderken, cuuuup diye dalıyor aşağısına denizin, tünelde çuf çuf çuf gidiyor kısa bir süre, sonra hoooop çıkıveriyor dünya yüzüne yine. Biraz daha çuf çuf ve bir bakıyorsunuz İsveç’desiniz. Baltık Denizinin biraz altından, biraz üstünden giderek 20 dakikada filan geçiyorsunuz öbür tarafa. Kopenhag’da çalışıp İsveç Malmö’de oturanlar varmış bir sürü. Bizim Bakırköy’den Sirkeci’ye gittiğimiz vakit kadar bir sürede adamlar Danimarka’dan İsveç’e gidiyorlar. Hoşumuza gitti, çok ilginçti…

Bence mutlaka 3-4 günlük bir bahar kaçamağı olarak düşünülmeli bu  güzel İskandinav şehirleri. Biz çok keyif aldık, oldukça değişik bir deneyim oldu, tavsiye ederim.

Gezi Blogu Yazarı & Öğretim Görevlisi : İstanbul Üniversitesi İngiliz Filolojisi Bölümü mezunu Dilek Vidana Tavaşoğlu 1992 yılından bu yana İstanbul Teknik Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu'nda okutman olarak görev yapmaktadır. İTÜ Vakfı Yayınlarından çıkan "Essentials of Research Paper Writing" adlı kitabın baş yazarıdır. Çeşitli gazete ve dergiler için İngilizce'den Türkçe'ye çeviriler yapmıştır. "İstanbul Mon Amour" belgeselinin Türkçe'den İngilizce'ye çevirisi Dilek Vidana Tavaşoğlu'na aittir. Seyahat deneyimlerini paylaşmak üzere eşi Hür Tavaşoğlu ile birlikte kurdukları bencetatil.com isimli internet sitesi 2013 yılı Aralık ayında Hürriyet Bumerang yarışmasında katıldığı kategoride birinci olmuştur. Şimdi de gezi yazılarını Jolly Blog'da bizlerle paylaşmaktadır...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir