“İşini İyi Yapan İnsan” Olmak: Halil Yazıcıoğlu Ropörtajı

Dünyayı gezmek ve başka kültürlerle tanışmak pek çoğumuzun içgüdüsüdür. Bu içgüdünün bizi götürdüğü yerde dil yeterliliği de önemli bir durum haline gelmektedir. Farklı dillerde düşünebilmek ise bize yeterlilikten çok farklı bakış açıları kazandırır. İşte bu düşünceler ve kafamızdaki sorular bizi Beşiktaş’ın genç tercümanı Halil Yazıcıoğlu’na götürdü. Futbol gibi ülkemizin en çok konuştuğu ve fikir yürüttüğü alanda tercümanlık gibi zor bir mesleği icra eden Halil Yazıcıoğlu, diğer tarafta futbol bilgisi ve ailesine olan düşkünlüğüyle hayata değer katacak güzelliklerin peşinde doğaçlama olarak ilerliyor. Kendisiyle tercümanlık, gezi ve futbol üzerine keyifli bir sohbet yaptık ve belki de ileride Türkiye’nin Mourinho modeli olacak Halil Yazıcıoğlu’ndan çok sıcak cevaplar aldık.

“İşini iyi yapan insan” olmak, çok zor bulunan özelliktir.

Milli takımla ilgili ne söyleyebilirsiniz? Sizce bir çıkış yolu var mı?

İnsanın olduğu her yerde umut dolayısıyla çıkış yolu vardır. Çıkış yolu bana kalırsa; mevcut sistemde bulunan insanların ve oyuna katkı yapabilecek herkesin daha doğru şekilde katkı yapmasını sağlamaktır. Mevcut sistem, katkıya yaratabilecek kişilere oldukça kapalı. Bütün bu noktalarda adımlar atıldıktan sonra saha tarafı konuşulur. Bir de toplumla futbol arasında doğrudan doğruya bir ilişki var. Futbolu ülkede olup bitenlerden izole olarak düşünmek kesinlikle doğru değil. Bunu kabul ederek ve farkında olarak düzeltmenin yollarını aramak gerekiyor.

Nispeten son birkaç yıldır sürekli ileri giden bir Beşiktaş izliyoruz. Yine aynı ülkedeyiz ama Beşiktaş adına ibreler olumlu gelişmeleri gösteriyor. Bu noktada Beşiktaş’ın gidişini nasıl görüyorsunuz?

Beşiktaş son 10 yıldır çok darbe almış, kurum kültürü zedelenmiş bir kulüp. Buradan ayağa kalkıp işleri düzenleyebilmek çok ciddi zaman ve çaba gerektiriyor. Bunun güzel tarafı, kulüp bu noktadan ayağa kalktığı zaman, yapılan her katkı, her olumlu çaba daha görünür hale geliyor.

Biraz sizden söz etmek gerekirse; Galatasaray’da Sinema  ve Televizyon Bölümü okurken Erasmus’la Lyon’a gittiniz. Şimdi baktığınızda Lyon’u nasıl hatırlıyorsunuz?

Lyon çok güzel bir yerdi. Benim Lyon’u sevmemin sebebi; ne çok büyük, ne de çok küçük bir şehir. Mesela Rotterdam’a gittiğimde Rotterdam’ı da çok beğenmiştim ve bu yönüyle Lyon’a benzetmiştim. Metropol değiller ve gündelik hayat çok kolay, insanlarla kurduğunuz iletişim şekli çok güzel. Kendinizi yakın hissediyorsunuz. Lyon’da, Paris’in o tüketici, insanı darmadağın eden tempo yok. Oradaki yedi ayım çok güzeldi, daha fazla da kalabilirdim ama daha fazla kalacak param yoktu. Bende bambaşka bir yeri vardır Lyon’un.

Sonra İstanbul’a dönüş ve dil okuluna başlamak nasıl oldu?

Üniversitenin ilk senesinden itibaren Cervantes’e devam ediyordum, Erasmus’tan döndükten sonra da devam edip üniversitenin son senesinde de dil kursunun son seviyesini bitirdim. O dönemde Cervantes’in kültürel etkinlikler bölümünde tercümana ihtiyaç oldu.Yazar, şair konferansları gibi kültürel etkinliklerde tercümanlık için teklif getirdiler ve severek kabul ettim.

Aynı dönem sanırım Radikal’de de stajyerlik yaptınız değil mi?

O dönem Radikal’deki stajyerliğim, dil okulundaki görevlerim ve okulun son dönemi olmasından ötürü hayatımın en yoğun dönemlerinden biriydi. Sabah üniversiteye derse gidiyordun, akşam Cervantes’e gidiyordum, oradan çıkıp Radikal Spor’a gece nöbetine gidiyordum.  Sağolsun Uğur Abi’nin(Uğur Vardan) bana o dönem çok büyük yardımı oldu. Çünkü her defasında sıkıştığımda, yardıma ihtiyacım olduğunda her zaman anlayış gösterdi. Para da kazanmam gereken o dönemde Radikal Spor’da kalmamı sağladı.

Dil okulundaki kültürel etkinliklerde aslında mütercim tercümanlık yaptınız. Formasyonunuz olmayıp kendinize sonradan kattığınız bir özellik olduğundan dolayı çok zor olmadı mı?

Benim için çok zor olmadı. Okulda zaten iletişim okuyordum, gazetede zaten editörlük yapıyordum. Bir metni şekillendirmek nedir, bir konuşmaya şekilde vermek nedir, temel kuralları nelerdir zaten bir fikrim vardı. Bütün olay bunu tercümeye uyarlamaktı. Tercümedeki konu da bir kişinin söylediklerini farklı bir dilde şekillendirmekten ibaret aslında. Gazetede çalışmanın tabi ki çok yardımı oldu. Özellikle simültane tercüme tarafında çok faydası oldu. Çünkü söylenenin söylemini takip edip bir bağlama oturtuyorsunuz. İspanyolca bağlamında söylenmiş bir şeyi siz Türkçe’de çok farklı bir bağlama oturtmaya çalışıyorsunuz.  Zaten kültür sanatın her zaman yakınında olan bir insan olarak, konuların aşina konular olması çok büyük zorluklar yaşamadım. Tabi ki bu pratiği edinmenin belirli zorlukları oldu ama çok da zor, çetrefilli bir yol olmadı benim için.

Yabancı dil konuşan üç tip insan vardır. Bir dili bilenler, bilmeyenler ve bilip de konuşamayanlar(gülüyoruz).  Yabancı dili bilip de konuşamayan insanlara ne tavsiye edersiniz?

Yabancı dil öğrenirken, hayatta neye ilginiz varsa, neye hevesiniz varsa oradan başlayıp yabancı dil öğrenimini onunla bütünleştirip öğrenmek gerektiğini düşünüyorum. Örneğin futbola yakın bir insansanız, yabancı dil öğrenimini futbola olan ilginizin üzerine kurabilirsiniz. Bu hedefle yola çıktığınızda işinizi epey kolaylaştırıyor. Tematik ve ihtiyaca yönelik dil öğrenimini gerçekleştirmek epey bir kolaylık sağlıyor. Tabi ki her dilin belirli bir yapısı var. Bu yapıyı oturtmak için gerekli tekrar sayısına ulaşmanız gerekiyor. İşte o tekrar sayısına ulaşırken spesifik temalar çok yardımcı oluyor.

Tam olarak bildiğiniz diller hangileridir? Çünkü sözlüklerde, forumlarda yedi dil, on dil gibi efsaneler dolaşıyor.

İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Portekizce(Maşallah). Ben Trabzon’dayken “Rusça da biliyor, Gürcüce de biliyor” gibi şeyler söyleniyordu, onlar çok abartılı tabi.

“Futbolda Portekizce çok önemli, Portekizce öğrenmeliyim” diyerek kendi başınıza Portekizce öğrendiğiniz doğru mu?

Doğru. Futbolla uğraşıyorsanız Portekizce bilmeniz şart.

Peki dil okulunda çevirmenlik yaparken Trabzonspor’a geçişiniz nasıl oldu?

Bir gün bana “bir spor kulübünden tercümanlık için talep var, ilgilenir misin” dediler. O dönem tam da Aragones’in Fenerbahçe’ye getirdiği dönemdi. Ben Fenerbahçe sandım, aradım ve Travzonspor olduğunu öğrendim. Başkan Sadri Şener’İn asistanı ve takımın başındaki Ersun Yanal’la görüştüm. Ersun Hoca’nın yaklaşımı çok hoşuma gitti. Birçok farklı dil konuşan ve baştan aşağı değişen bir takım vardı. Birden fazla dil konuşabilmem de onlar için çok büyük avantajdı. 2008/2009 sezonu öncesi hedeflerin büyük olması, camianın hedefe kitlenmesi beni heyecanlandırmıştı. Tereddüt etmeden kabul ettim teklifi.

İstanbul’da doğup büyümüş biri olarak birden Trabzon’da yaşamak zor oldu mu?

Trabzon çok sevdiğim bir şehir. Yaşamanın çok keyifli olduğu bir şehir. Eşimle birlikte çok güzel beş sene geçirdik. İstanbul’daki yaşama alışmış biri olarak Trabzon’a çok kolay alıştığımızı söyleyebilirim.

Trabzon’a gidecek bir kişiye neleri yapmasını tavsiye edersiniz? Ne yemeli örneğin?

Deniz açılmasını tavsiye ederim. Bir tekneye atlamalı, açılmalı, güzel bir yaz gününde, o açıklarda mutlaka denize girmeli. Çamlıhemşin’e gitmeli. Trabzon’dan biraz ayrık görünür ama mutlaka orası da görülmelidir. Beş sene orada yaşadığım süre boyunca neredeyse hiç Akçaabat Köftesi yemedim. Böyle heveslerim pek yoktur zaten. Ama Kalkanoğlu pilavı çok lezzetlidir. Giden herkese mutlaka tavsiye ederim.

Evlisiniz ve ikiz kızlarınız var değil mi?

Trabzon’daki son dönemimizde ikiz kızlarımız Lara ile Liva oldu. Liva Lazca’dır mesela. Bir kitapta okumuştum ve çok beğenmiştim. Karın tam erimeye başladığı dönemde, kar yumuşadığında “kar livaya vurdu” derlermiş Lazlar. O yumuşak, narin haline Liva denirmiş. Liva’yı ben seçtim, eşim de Lara’yı seçti.

Beşiktaş’a geldiğiniz sene birçok transfer yapıldı ama siz birçok çevre tarafından yılın transferi olarak yorumlandınız? Beşiktaş’a gelişiniz nasıl oldu?

Kızların yavaş yavaş büyümesi ve ailelerimizin Trabzon’da olmamaları bakımlarını oldukça zorlaştırdı. Ben çoğu zaman takımla mesai yaptığım için eşim yalnız kaldı. Eşimin yalnız kalmasına gönlüm razı olmadı. Aslında Beşiktaş’tan bana teklif gelmedi. Önder Hoca(Özen) o dönemde Beşiktaş’ta göreve başlamıştı. Ben Önder Hoca’yla konuştum ve Trabzon’dan özel sebeplerle ayrılmak istediğimi, bu projede bana biçilecek bir rol olup olmadığını sordum. Slaven Biliç takımın başına gelince, Önder Hoca da layık gördü ve başladık Beşiktaş’a.

Tekrar evinize İstanbul’a dönmüş oldunuz böylece. Peki doğu büyüdüğünüz şehir İstanbul’la  ilgili ne söyleyebilirsiniz? Ne sizi etkiler örneğin İstanbul’da?

İstanbul zaten dönüp dolaşıp geleceğim yerdir. Ama Trabzon’dan sonra zor oldu. Beş sene sonra Trabzon’dan İstanbul’a adapte olmak gerçek benim için kolay olmadı. Küçük şehrin avantajlarını bırakıp İstanbul’a geldik. Örneğin Trabzon’da çok sevdiğim bir Kadınlar Pazarı vardır. Oraya gidip alışveriş yapmayı çok severim. Ama İstanbul’da öyle değil. İstanbul’da da çok hoşlandığım yerler var ama gündelik koşuşturmalar öyle bir hale geliyor ki insanı çok yorabiliyor. Artık bir de aile ve ev kurmuş bir insan olarak yeni bir deneyim yaşamaya başladık.  Ben çoğunlukla Anadolu Yakası’nda olmayı seviyorum. Özellikle Moda’yı, Anadolu Hisarı’nı  çok severim. Bunun dışında evde olmayı ve huzurlu şekilde yaşamayı seviyorum.

Sürekli iş amaçlı yurtdışı seyahat yapıyorsunuz ama hiç eşinizle ve çocuklarınızla yurtdışı ya da yurtiçi tatili yaptınız mı?

Kızlarla birlikte henüz yurtdışına gitmedik ama yurtiçi tatili yaptık. Eşimle birlikte de yazın çok güzel bir tatil yaptık. Küçük oteller kitabını aldık. İki buçuk senedir, Türkiye’de bir tatile gideceksek mutlaka onu kullanıyoruz. Marmaris’e ve Cunda’ya gittik yakın zamanda. Uzun tatile en son eşimin karnı burnundayken, İtalya, Fransa ve İspanya turuna katılmıştık. Zor oldu ama çok eğlenmiştik. İlginç tatillerimizden biri de 2010’da Fas’a gitmiştik. Orada en çok Marakeş hoşumuza gitmişti.

Yurtdışında hiç dil problemi yaşadığınız oldu mu(gülerek)?

Yok hiç olmadı(kahkaha atarak).

En güzel tatiliniz neydi peki?

En güzel tatilimizi Trabzon’a ilk gittiğimiz sene Güney İspanya’da Granada’ya gittik. Gerçekten mükemmeldi. Çok soğuktu, ama şehir muhteşemdi.  Granada’ya yazın gitmek akıl karı değil, çünkü iklimi karasal. Kışın da çok soğuktu ama ilkbaharda gitmek bambaşka bir deneyim olabilir.

Uğur Vardan bir yazısında sizin Şenol Hoca’ya filmlerle ilgili tavsiyede bulunduğunuzu ve o sezonun hala tartışıldığını yazmıştı. Bununla birlikte siz de yakın zaman Biliç’e Ken Loach filmleri tavsiye etmiştiniz. Bu filmleri Biliç izledi mi?

Biliç’e öncesinde İngiliz Sherlock Holmes dizisini tavsiye etmiştim ama çok abartılı olduğundan dolayı sevmemiş bunun yanında hoca Breaking Bad dizisini çok sevmişti. Ben de bunun üzerine Ken Loach filmlerini hocanın masasına bıraktım. Bence bu filmleri sevecek.

Geldik en can alıcı soruya… Kültür, sanat ve iletişimin formasyonunu aldınız.  Televizyonla ilgili de formasyonunuz var bu da işin ticari tarafı. Oyuncular her türlü sıkıntısında sizi bulduğundan dolayı futbolcu ilişkilerinde iyi seviyedesiniz. Spor gazeteciliğinden başlayıp, soyunma odasına giden bir futbol geçmişiniz şimdiden oluştu. Ortada tercümanlıktan gelip tarihin en iyi teknik direktörleri arasında gösterilen Mourinho gerçeği de var. Hayatın, şartların insanları sürekliği gerçeğini kabul edersek ilerde teknik direktör olmayı düşünür müsünüz?

Benim öyle bir niyetim olmasa bile, Slaven Biliç’le birlikte çalıştıktan sonra öyle bir niyetim olabilir. Ya da Biliç’in yardımcısı Terziç Dortmund’un hocası Klopp’la çalışmış. Böyle profesyonelle temas etmek, birlikte çalışmak beni bu yola sokabilir. Çünkü şimdiye kadar hep böyle oldu. Birlikte çalıştığım insanlar hep beni bir yöne doğru itti. Ben doğru dürüst çalışmaya devam edersem, işimi hakkıyla yaparsam neden olmasın.

Antrenörlük eğitimi almayı düşünüyor musunuz?

Tabi ki neden olmasın.

Fatih Terim’in tercümanlığını yapmak ister miydiniz?

İsterdim. O da çok büyük tecrübe olurdu. Yoğun stres altında iyi çıkarılabilir.

Yoğun baskı altında demişken, tercümanlık yararken çevirdiğiniz kişi küfür etse ne yaparsınız, çevirir misiniz?

Tabi çevirmek gerekiyor. Ama onu doğru bağlama oturtabilmek çok önemli. Zaten bir kişinin çevirmenliğini yapıyorsanız, o kişinin söylediklerini çevirmek aslında en son işiniz. Oraya gelene kadar, örneğin basın toplantısı öncesi Slaven Biliç’e gelebilecek soruları iletmek, hangi cevapları verebilir, hangi cevap nasıl algılanır, bütün bunları çeviri öncesinde söylemek işin çok büyük kısmı. Hazırlık aşamasında her şey doğru ilerlerse, teknik direktörde tercümanda zor durumda kalmaz.

Dünya’da bundan sonra gitmek istediğiniz yer neresidir?

Montevideo, Uruguay ve Arjantin. Bunun son zamanlardaki devlet başkanı ve yaşanılabilir yer olmasıyla ilgisi yok tabi(gülüyor). Arjantin’e ve Uruguay’a peşpeşe gitmek istiyorum. Uruguay,  müziğini, edebiyatını, yıllardır takip ettiğim bir ülke. Gerçekten çok gitmek isterim.

Gezmekten ve gezdiği yerlerin fotoğrafını çekmekten çok hoşlanıyor. Anadolu'nun bin yıllık güzellikleri ve hoşgörüsüyle, Mısır'ın antik özellikleri onu aşırı cezbediyor. Bu esnada batının da iyi yanlarını alarak, hayatın huzurla yaşandığı Avrupa kasabalarına oldukça ilgi duyuyor.

1 Yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir