Seyircilerine uçsuz bucaksız coğrafyaları göstermeyi başarmış gezgin Işıl Bayraktar kendisine annelik enerjisini kazandıran oğlu Teo’nun doğumunun ardından çalışmalarına ufak bir ara vermişti. Bu ayrılığı çok uzun tutmayan Işıl Bayraktar, sevenleriyle yepyeni bir belgesel serisiyle buluşmaya hazırlanıyor. Her adımında gezdiği coğrafyaların güzelliklerini izleyicisiyle buluşturmayı ve yolculuklarına daima güzel enerji katmayı başarabilen Işıl Bayraktar ile serüven dolu yolculukları, annelik süreci ve hayata dair felsefesiyle ilgili keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Ruhunu gezdiği gördüğü yerlerle dolduran gezgin ve güçlü bir kadınsınız. Hayatınızda böyle bir pencereyi nasıl açtınız? Kariyer yolculuğunuzdan ve yola çıkma serüveninizden bahsedebilir misiniz?
Bu pencere ve yol, hayatımda kendiliğinden açıldı. Tam da böyle müdahalesiz ve kendiliğinden olduğu için serüven kelimesinin hakkını veriyor aslında. Üniversiteye giderken bir arkadaşımın teklifiyle İz’in çekirdek kadrosuna metin yazarı olarak dahil oldum. Kısa süre sonra kanalda bir beyin fırtınası takımı oluşturduk ve kriz çözümü olarak düşük bütçeli bir gezi programı fikri estirdik. Temsil yeteneği olan bir sunucu-yapımcı bulmamız gerekiyordu. Neden ve nasıl olduğunu bilmeden “ben yapayım” demiş bulundum. Normalde ince elemeyi seven genel yayın yönetmenimiz de bana inanmış olmalı ki hiç düşünmeden “hay hay” dedi. Birkaç hafta içinde ilk programımı hazırlayıp sunmaya başladım. Kolayca geliştiği için bu duruma salt şans demek yüzeysel bir bakış açısı olur. Hayattaki şanslı ya da şanssız durumları hazırlayan dinamiklere bakmak lazım tabii öncelikle. Bir matematik işleminin sağlamasını yapar gibi, sondan geriye…
Türkiye’nin ilk yerli belgesel kanalındaki ilk kadın yapımcı-sunucu oluşum, ne bir kariyer planı neticesi ne de bir piyango ikramiyesidir. Hayatın başka türlü ilerlediğine inanıyorum.
Geçmişte belgeselci olmak gibi bir idealim olmasa da, bu yolun oluşmasına katkılarım olmuştur. Lise ve üniversitede aldığım Fransızca eğitimim metin yazarlığımı, Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde aldığım tiyatro eğitimim de diksiyonumu ve sesimi terbiye etti. Kariyer planı gibi müdahalelerde bulunmadığım için de, hayat barajsız akan özgür bir nehir gibi aktı önüme herhalde.
İz TV’de çok güzel bir gezi programı yapıyorsunuz. Yolculuğun ve belgeselciliğin hayatınıza kattığı güzellikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
İz Tv’de 2007-2012 yılları arasında yaptığım 60 belgesel var. Ancak 2013 yılında Danimarka’ya yerleştiğimden beri belgesel çalışmalarımı bağımsız sürdürüyorum. Bu çalışmaları İz Tv’ye belirli bir süre göstermeleri için veriyorum. Ana mecram bundan sonra Youtube kanalım. Bundan böyle dememdeki sebep, yolculuğun hayatıma kattığı en büyük güzellik olan 2,5 yaşındaki oğlum Teo. Çok yakında “Aile Boyu Hindistan” adlı yeni bir belgesel serisiyle izleyiciyle buluşacağız.
Hayatınızı, kariyerinizi ve işlerinizi nasıl planlıyorsunuz? Bundan sonraki süreçlerde hangi işlere imza atmak istersiniz?
Hayatımı, işlerimi ve kariyerimi planlamıyorum. Kısa vadeli düzenlemelerim ve özen gösterdiğim bir uyku ve beslenme şeklim var. Bunlar dışında ise hayatımı plana indirgemek gibi bir yıkım gerçekleştirmeyi düşünmüyorum. Hayata bilakis misafirperver davranıp, neyle gelirse kabul etmeye devam edeceğim. Son iki senedir Danimarka kırsalında bir çiftlikte sebze yetiştirerek hayatımızı idame ettiriyoruz. Hiçbir şeyin kontrolü elde değil ve her şey her an değişim halinde. Hal böyleyken neyi kontrol edebiliriz ki? Kariyer planları bana bu yüzden beyhude geliyor. Tabii ki insanın sevdiği ve başkalarına da yararı dokunan şeyi yapması önemli bu hayatta. Ama statü merakıyla donanmış bir kariyer hayali, maalesef mutsuzluğa kesilmiş bir bilet. Ben olduğum yerden memnunum. İçimdeki ve dışımdaki yolculuğu başkalarıyla paylaşabilmeyi diliyorum hayatta. Ama bunu hedeflemiyorum.
Hayata dair inançlarınız neler? Çok yönlü ve başarılı bir kadın olarak hayat felsefenizi nasıl tanımlarsınız?
Hayatın bir rüya olabileceği ihtimaline günden güne daha çok katılıyorum. Çektiğim içsel acılar ve bunun sonucu olarak vardığım Hindistan, benim yol göstericilerim. Hayat felsefemi kendimden önce başkasını düşünebilmek üzerine inşa etmeye çalışıyorum. Bu hem kalben hem zihnen çok uğraşlı bir süreç gerektiriyor. Ama gerçek mutluluğa erişmek de ancak böyle mümkün bence. Hayattan karşıma bu yolda imkanlar çıkartmasını dilerim. Çünkü kaldırım taşları arasında biten yeşil otun da anlattığı kadarıyla, hayatta umut hiç bitmeyecek.
Yalnız, gezgin ve kadın… Bu üç değerli kavram bir araya geldiğinde ortaya nasıl bir karma çıkıyor?
Yalnız, gezgin ve kadın olmak dünyayı yerinden oynatabilir. Tabii bu nasıl gezdiğinize ve yalnızlığa nasıl bir anlam yüklediğinize bağlı. Edindiğim tecrübelerin içimdeki yankısı, birkaç cümleyle özetlenemeyecek kadar büyük. Ancak yaptığım belgeseller ve yazdığım yazılarla paylaşabildiğim bir yoğunluk var. Tek başına bir kadın bilmediği bir diyarda rotasız yola çıkıyorsa, kendiliğinden bir meydan okuyuş gerçekleşiyor demektir.
Üzerine teğelli bütün o toplumsal paçavralar da aynı şekilde kendiliğinden düşüveriyor. Çünkü sana verilen “kimlik”, içinde doğup büyüdüğün sahnede geçerli bir rol. İşte yolda o rolün etkisi yitiyor. Sırtında taşıdığın çanta ne kadar boşsa, o kadar doldurup geri dönüyorsun. Dönersen tabii… Ve aslında en büyük meziyet, döndüğün zaman o özgürlük bilincini yitirmemek.
Hindistan’a bu son gidişimde bir gün batımı kendime verdiğim söz de buydu. Güneş batıyordu ben de ayaklarım okyanusta dakikalardır ona bakıyordum. Başımın tepesinden giren özgürlük hissi ayaklarımın altından çıkasıya geçen birkaç saniyelik zaman, zihnimde çakılı duruyor. İşte o özgürlük hissi benim kartvizitim. Böyle gereken durumlarda çıkarıp gösteriyorum.
Hindistan ile ilgili genelde bir ön yargı vardır. Siz neden orayı tercih ettiniz ve sizin Hindistan’ınız nasıl bir ülke?
Hayatıma Hindistan’a gitmiş çok kişi girmeye başladı. Hikayeleri ve hikayelerini anlatırkenki halleri de çekici gelmeye başladı. Kaçıp gitmeye hazırdım. Çünkü hayatımın kalben ve zihnen bitik olduğu bir dönemindeydim. Kurumsal bir küçülme politikası neticesi, birçok iş arkadaşım gibi ben de, dışarıdan çalışma olanağı dahilinde işten çıkartıldım. Aldığım tazminat parasıyla düşünmeden vize ve biletimi aldım. Hiçbir plan yapmadan, sıfırı tüketmiş bir halde Hindistan’a koştum.
Hindistan ve ardından Nepal‘de geçirdiğim beş ay sonunda hayatım kökten değişti. Bu değişimin özünde Hindistan’ın iyileştirici gücü olduğuna inanıyorum. Hindistan dünyanın en eski ve hala sürmekte olan uygarlığı. Tüm dinlerden önce kurulmuş bir inanç sistemi ve felsefesi mevcut. İsa, Musa, Muhammed, Buda, Zoroaster, Tao vs gibi kurucusu olmayan bir inanç sistemi hinduizm. İnsan bir mikrokozmos ve içinde bütün bilgi saklı. Bu bilgiye ulaşma yoluna da hayat diyoruz sanırım.
Kuzey Hindistan’ın kutsal mabetleri arasında dolaştım. Tapınaklarda yattım. Budizmle tanıştım ve Dalai Lama’nın huzurunda dünya barışı için yapılan Kalachakra (zaman çarkı) uyumlamasına katıldım. Dünyanın her milletinden onlarca yol arkadaşım oldu. Aralarından biriyle hayatımın en uzun yolculuğunda hala el ele yürüyoruz. Ganj nehri kıyısında aşık olduğum Nikolaj, şimdi 2,5 yaşında olan oğlum Teo’nun babası.
Hindistan böyle büyülü bir yer. Ona “ana” denmesi boşuna değil. Çok dişi bir ülke Hindistan. Oğlan bebeklerin de kulaklarına küpe takar, gözlerine sürme çekerler. Doğurduğu yavrusu ölüyse üzüntüden sütü kesilen ineğe taparlar. Ganj nehrine de ana derler.
Ganj kenarında her sabah ve her akşam aarti denen ritüeller yapılır. Evrendeki beş element kutsanır ve Ganj’a çiçekler içinde adaklar bırakılır. Hindistan’da bin yıllardır süregelen böyle dişi titreşimler var. Karşı koymayıp kendinizi kollarına bıraktığınızda, bu titreşim sizi ihtiyacınız olan boyutla uyumluyor. Bin saatlik terapinin yapamadığını bazen bir tütsü kokusu ya da bir santur sesi yapıyor. İnsanların genelde pislik ve fakirlikle ilgili bir ön yargıya sahipler. Temizlik nedir? Zengin kime denir? Hindistan’ı önden yargılamadan önce bu 2 soruya cevap vermek gerekiyor bence.
Hayatınızın iki dönemi var: Tek başına ve anne olarak Hindistan yolculuğu. İki farklı bakış açısını aktarabilir misiniz?
Anne olunca daha az özgürsünüz. Dilediğiniz an dilediğiniz şeyi yapmak gibi bir lüksünüz yok. Bu sorumluluk sizi her yerde bekliyor. Hatta Hindistan’da kolaylaştırıcı etkenler daha çok. Mesela bu son aile boyu Hindistan maceramızda Nikolaj yoga eğitmenliği okuluna gitti ben ise ayurvedik masaj kursu aldım. Teo’yu dönüşümlü şekilde paylaştık. Yardımıma koşan çok arkadaşım oldu. Teo’yu güvenip onlara teslim ettim birkaç saatliğine. Ya da bazen Teo’yu da yanımda götürdüm masaj kursuna. Kurstaki arkadaşlarım ya da hocam için bu bir problem değil bilakis güzellikti. Böyle gevşek kaidelerle doludur Hindistan. Her şey mümkündür. Buna kursa çocukla gitmek de dahil.
Çocukla seyahat etmek nasıl bir durum? Gezgin annelere kendi tecrübelerinizden yola çıkarak nasıl tavsiyelerde bulunabilirsiniz?
Teo’yla Hindistan’a gitmek, hem bizim hem de onun için fantastik bir deneyimdi. Zorlukları elbette var. Güzelliği de o zorlukları aşma sürecinde filizleniyor. İlk bir hafta en zoruydu. Danimarka gibi soğuk bir iklimden Kerala eyaletinin tropik sıcağına geçiş tabii ki kolay olmayacaktı. Uyku düzeni değişti. Rahatsızlandı ve ateşlendi. Bunların hepsini normal karşıladık. Zaten birkaç günde eskisinden çok daha güçlü bir çocuk oldu. Bu esnada kalacak yer ve katılacağımız kursları bulmamız gerekliydi. 40 derece nemli bir havada ve hasta bir çocukla kolay olmadı elbette ama başardık. Teo’nun 2,5 yıl içinde geçirdiği en muhteşem günlerdi. Her akşam okyanus kıyısında güneşin batışını kutladı, yoga seremonilerine, tapınak festivallerine katıldı. Tuk tuk seyahatleri yaptı, toz kir içinde özgürce yedi içti, oynadı. Gezgin annelere tavsiyem, böyle bir niyetleri varsa hiç düşünmeden yola çıksınlar ve içlerindeki özgür kaplana yol versinler.
Jolly ile bambaşka bir coğrafyaya adım atıyor olsaydınız, burası neresi olurdu?
Jolly ile başka bir coğrafyaya adım atıyor olsam bolca müze gezebileceğim bir şehre gitmek isterdim. Bilet ve ulaşımın öncede ayarlanmış olması güzel olurdu. Ve tabii müzeleri bir rehber eşliğinde dolaşıp bilgilenmek de öyle. Bu yüzden tercihim bir Avrupa ülkesi olabilirdi.
Jolly ailesiyle en sevdiğiniz 3 yeri paylaşır mısınız? Mutlaka görün dediğiniz yerler nerelerdir?
Başta tabii ki de Hindistan. Çok büyük bir ülke ve tamamını görüp özümsemeye bir ömür yeter mi bilmiyorum. Türkiye’de gezip gördüğüm yerler arasında bir sıralama yapmak gerçekten çok güç. Hafızam olağanüstü güzellikte yerlerle dolu. Aklımda ilk beliren Kastamonu-Bartın arasındaki Küre Dağları. İskandinavya‘yı da görmelerini öneririm. Bambaşka bir iklim, kültür ve bilinç düzeyi hakim. Son belgeselim “Muhteşem Kopenhag”da da anlattığım gibi, ihtişamı sadeliğinde gizli bir zarafet söz konusu.
Tebrikler Işıl Bayraklar, seni zevkle okuyoruz, izliyiruz. Ömrüne hareket olsun.