Paris ve Paris’te Gece Yarısı Filmi
İçinden filmler geçen şehirler dendi mi akla gelebilecek en güzel örneklerden biri kuşkusuz Woody Allen masalı diyebileceğimiz Paris’te Gece Yarısı filmi olur. Birbirinden güzel şehirlerde filmler çeken, izleyiciyi şehre âşık eden Woody Allen bu defa Paris’i odak noktası haline getiriyor.
Paris’te Gece Yarısı, muhteşem Paris manzaralarıyla başlıyor. Woody Allen, tüm Paris sokaklarını bizim için tek tek kaydederek adeta mini bir Paris turu düzenliyor. Gecesi ayrı gündüzü ayrı güzel olan şehrin hangi saatlerde daha güze olduğunu tıpkı filmdeki karakterler gibi izleyiciler de sorguluyor. İki ayrı zamanda iki ayrı seyir zevki sunan Paris, karış karış gezilesi bir şehir.
Film, Gil (Owen Wilson) ve Inez (Rachel McAdams) adında iki genç nişanlı çiftin, Inez’in babasının iş gezisi sebebiyle Paris’e gitmesini fırsat bilip tatil için Paris’e gelmesiyle başlıyor. Daha ilk andan itibaren Paris’e âşık olan Gil, edebiyata ve sanata olan düşkünlüğü sebebiyle şehri keşfetmek, dahası bu sokaklarda yaşamak ister. Hollywood için senaryo yazmayı bırakıp yazarlığa yönelen ve bir roman üzerinde çalışan Gil için, sokaklarından sanat akan Paris kesinlikle yaşanılası bir yer olur. Başlangıçta şehirde gezip, arkadaşlarıyla keşfe çıkan ikili bir gece yarısı Gil’in tek başına Paris sokaklarını arşınlarken, kaybolması, geçmişten gelen antika bir arabayla birlikte bir partiye gitmesi, gerçeküstü bir dünyaya adım atmasıyla olaylar değişmeye başlar. Gil, yağmurlu bir Paris gününde yürümekten hoşlanan yazarların, ressamların, şairlerin ve büyük sanatçıların izlerinin hala hissedildiği sokaklarda hava almanın büyük bir şans olduğunu düşünürken ve delicesine şehirde kalmak isterken olağanüstü bir şey olur ve Gil kendini bir anda 1920’lerin Paris’inde bulur!
Günümüz Paris yaşamından ve şehir manzaralarından dört köşe olan Gil ve seyirciler, Gil’in adım attığı bu gerçeküstü dünyaya ve eskilerde kalan Paris’e yine yeniden âşık olur. Gil, edebiyatçı kimliğini konuşturduğu günlerde, sanatın kalbinin attığı bir ülkede, şehirde dolaşmanın verdiği yaratıcılık hissi, partide karşılaştığı F. Scot Fitzgerald ve yazar eşi Zelda Fitzgerald ile adeta şahlanır. Bundan böyle Gil için bir sanat festivaline dönüşür. Zira partide piyanonun başında yer alan müzisyen Cole Porter, Fitzgerald’ların dostu, büyük yazar Ernest Hemingway ile tanışır. Yazarlığı konusunda şüpheleri olan, yazdığı kitabını henüz hiçkimseye okutmamış olan Gil büyük bir coşkuyla kitabını Hemingway’e okutmak ve görüşlerini öğrenmek ister. Hemingway ise Gil’i kendi kitaplarını dahi okutup görüşlerini aldığı kişiye, Gertrude Stein’e götürür. Gil, kitabını vermek için gittiği yerde Pablo Picasso ve güzel sevgilisi Adriana ile tanışır.
Tüm bunlar sadece bir gece yarısı, Paris sokaklarında kaybolmuş olan Gil’in başına gelir. Gil ertesi sabah tüm bu yaşadıklarını nişanlısı Inez’e anlatmayı denese de nişanlısı inanmaz. Evlenmek üzere olduğu kadın ile günümüzde vakit geçiren Gil, 1920’lerin Paris’inde yazarlar, ressamlar ve şairler ile vakit geçirirken aynı zamanda güzel Adriana’ın akımına kapılır.
Adriana ile vakit geçirirken tıpkı tek başına yaşadığı ve 1920’lere sürüklendiği yolculuğu bu defa Adriana ile yaşar ve Altın Çağ kabul edilen Belle Epoque dönemine 1890’lara gelirler. Adriana, Altın Çağ’da yaşamak istediğini söylerken Gil, kendisi için Altın Çağ’ın 1920’ler olduğunu söyler. Filmin bu sahnesinde mesaj açıkça gösterilir:
Gil, hayran kaldığı 1900’lerde yaşamanın bile bir noktadan sonra daha da geçmişe özlem duyuracağını anlar ve geçmişe duyulan özlemin hayatın bir parçası olduğunu vurgular.
Filmin her yerinde öne çıkan detay Paris’tir. Gecesi ayrı gündüzü ayrı güzel olan Paris, buram buram tarih ve sanat kokan büyüleyici çehresiyle gezip görülesi hatta Gil’in düşüncesiyle yaşanılası bir şehir haline geliyor. Filmi izleyip de Paris’e gitmek istemeyen, dahası Paris’e hayran kalmayan yoktur eminim. Film, Paris’e gitmeden önce ve gittikten sonra olmak üzere iki kez izlenmeli. Tüm evrenin en güzeli Paris diyen karakterler ve Adriana’nın “Paris dururken başka bir yerde yaşayan insanları hiç anlamıyorum!” cümlesi Paris’in güzelliğini gözler önüne seriyor.
Eğlenceli, romantik, büyüleyici ve masalsı bir film keyfi aynı zamanda bir şehri başka bir açıdan görmek, sokaklarında başka gözlerle dolaşmak hayran kalmak için Paris’te Gece Yarısı filmini izleyin ve mümkünse Paris’i gezin.
Baştan sona Karadeniz turunda bize yardımcı olan başta rehberimiz Müge Eriten yardımcısı Nur Yıldız ve kaptanımız Hakan beye çok teşekkür ediyorum.Bizlerle çok ilgilendiler inşallah başka turlarlada beraber oluruz. Tekrar teşekkürler
Merhaba Sevinç Hanım,
Güzel sözleriniz için teşekkür ederiz.
Yeni keşiflerinizde tekrar sizlerle olmayı dileriz,
Sevgilerimizle