Güven İslamoğlu ile ‘Yeşil Doğa’ Üzerine Röportajımız

Meslek hayatına 1990 yılında TRT Ankara Televizyonu “Gün Başlıyor” programında Yönetmen Yardımcısı olarak başlayan, ardından haber kanallarında çalışan, programlar çeken, belgeseller hazırlayan çok başarılı bir televizyoncu ve bir doğa sevdalısı Güven İslamoğlu. Ekran arkasında başlayan kariyerini başarılı televizyon programları ile devam ettiren ve farklı programlarla ekran önüne geçen İslamoğlu, uzun süredir devam ettirdiği “Yeşil Doğa” ile çevre ve doğa konusunda farkındalığımızı artırmayı sürdürüyor.

Yüzlerce haber çeken, canlı yayın performanslarına çıkan İslamoğlu aynı zamanda sayısız ödülün de sahibi. Türkiye karasularında balıkçı ağlarına takılan bir kaşalot türü balinayı görüntüleyerek, kurtarma operasyonunu konu alan “Balina Operasyonu” adlı belgesel ile kazandığı uluslararası WWF (World Wide Foundation) tarafından verilen “En İyi Belgesel Ödülü” ve 2011 yılında Avrupa’nın Çevre Nobel’i olarak görülen “Eurosolar 2011 Güneş Ödülü” aralarında dikkat çekenleri.

İslamoğlu, küçük yaşlarında başlayan doğa, çevre, gezi ve seyahat tutkusunu bugün işiyle birleştirerek farklı kültürleri ve insanları ekranlara taşıyor. Kendi deyimiyle Türkiye’de gezmediği, görmediği hiçbir yer kalmadı. Dağlara çıkmayı, içilebilir sularda yüzmeyi, kimsenin gitmediği yerlere gitmeyi çok seviyor. İslamoğlu, doğayla barışık yaşamını ve seyahat tutkusunu keyifli bir röportajla bizlere aktardı.

Uzun yıllara dayanan ve televizyonculukla dolu bir kariyeriniz var. Sayısız belgesel, program çektiniz, haber yaptınız, yayınladınız. Son dönemde de sizi CNNTürk ekranlarında “Yeşil Doğa” programı ile görüyoruz. Neler var gündeminizde? Önümüzdeki dönem için planlarınız neler?

Uzun yıllar farklı kanalların haber merkezlerinde görev alarak televizyonlara adım attım. Gazetelerde her muhabirin uzmanlaştığı bir alan oluyor. Televizyonlarda ise fazla branşlaşma olmadığı için hemen her tür haberi yapmak zorunda kalıyorsunuz. Gerektiğinde bir savaşa da gidiyorsunuz, gerektiğinde bir magazin haberine de. Bu da zaman içerisinde sizi biraz yoruyor. Kariyerime bu şekilde devam ederken 2004 yılında “Her (Evde) Yerde Bir Haber Var” ve “Alternatif Rota” programları ile televizyonculuk serüvenime farklı bir yol çizmeye başladım. “Her Yerde Bir Haber Var” programında insan hikayelerini ekrana taşımaya başladık. Sadece insanla kalmayarak doğayı, kültürü, turizmi de işin içine kattık. Türkiye’nin sahip olduğu değerlerin yavaş yavaş kaybolmaya başladığını görerek bunları seyirciye taşımaya karar verdik. Çok zengin bir coğrafyada yaşıyoruz ve inanılmaz bir kültürümüz var.

2011 yılına kadar bu programa devam ettim. Ardından gerçek bir doğa ve çevre programı yapma fikri doğdu ve “Yeşil Doğa” yavaş yavaş şekillenmeye başladı. Sadece yazlık bir program değil, 12 ay boyunca devam edecek ve farkındalık yaratacak bir çalışma yapmak istiyorduk. Program önce 3 ay sürdü, ardından bir ay daha derken sürekli yayınlanmaya başladı. Halen de devam ediyoruz. Türkiye’nin değerlerini ekrana taşıyoruz. Sadece doğayı değil, doğayla barışık yaşayan insanları da konu ediyoruz. Programda sürekli kötü şeyleri, yok olan değerleri göstermek seyirciyi sıkıyor. Biz de programı gezi formatına çevirerek önce bölgeyle ilgili güzel şeyleri gösteriyoruz, ardından da sorunları dile getiriyoruz. Zaman içerisinde programın içinden doğan “Seyirci Kalmayın” spotlarını hazırladık. Şu anda 90 adet spotumuz var ve günde 5 kez ekranda dönüyorlar. Sponsorlarımız sayesinde daha da fazla bir görünürlük elde ediyoruz. Bu spotlarla, hemen her konuya değinerek farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. Bunların tamamı yerinde çekilmiş görüntülerden oluşuyor. Doğa bilinci ve çevre sorunları artık daha küresel bir kimliği büründü. Bireysel olarak yapılacakların ötesinde toplumsal önlemler alınması gerekiyor. Devletin bu konuda önlemler alması gerekiyor. Herkes küçük işler yapınca doğayı korudum sanıyor. Biz de bunları ekrana taşıyarak daha büyük çerçeveyi göstermeye çalışıyoruz.

güven islamoğlu

Programa karşı tepkiler nasıl?

Programımız 3 yıl boyunca primetime’da yayınlandı ve bu dönemde çoğu kez birinci oldu. Şimdilerde primetime’da haber kuşakları daha geniş olarak yer alıyor. Biz de Pazar günü saat 14:00’e geçtik. Reytinglerimiz yine oldukça yüksek. Biz insanlara umut veren bir program yapmaya çalışıyoruz. Doğa ve çevre duyarlılığını çok hızlı artıramazsınız zaten. Yavaş yavaş olacak, ancak hiçbir şey yapmamaktansa bir şeyler yapıyor olmak çok önemli. 

Doğaya aşık bir insan olduğunuzu biliyoruz. Özellikle Türkiye’nin hemen her bölgesine gidiyor, televizyon programları yapıyorsunuz. Trekking, squash, bisiklet hobileriniz var. Sizdeki bu doğa ve gezi aşkını neye borçluyuz?

Ben Akdeniz ve Ege’yi 16 yaşında gördüm. 16 yaşına kadar tüm yaz tatillerimi Karadeniz’de, Rize’de geçirdim. Bu bölgede yaşayan insanlar zorlu doğa şartlarına karşı ayakta kalmaya, yaşamaya çalışıyorlar. Zorluklarla baş ediyorlar. Bundan da zaferle ayrılınca doğaya tutuluyorlar, onu çok seviyorlar. Doğaya karşı mücadele edip de kazanmak çok keyifli bir şey. Her şeye rağmen oraya tutunuyorsunuz. Karadeniz insanı böyledir. Bunun için genelde mutlulardır. Doğa sevgileri buradan gelir. Her şeyi en doğal haliyle yaşarlar. Şehir hayatında hepimizin özlediği de budur zaten. Ben çocukluk yıllarımı çevremdeki insanlarla birlikte yeşil ve doğal bir ortamda geçirdim. Küçükken beni de ava götürürlerdi. Şimdi buna çok karşıyım, ancak o yaşlarda buz tutmuş göllerde, kanyon içlerinde balık tutmak, ovalarda, yaylalarda saatlerce yürümek, o havayı solumak doğaya karşı büyük bir tutku duymamı sağladı. Marangozluğa, ağaçla uğraşmaya olan tutkum da buradan geliyor.

Türkiye’nin ve dünyanın çok farklı bölgelerine seyahatler gerçekleştiriyorsunuz. Yol, yolculuk, seyahat etmek sizin için neleri ifade ediyor?

Benim için yol ve seyahat demek aynı zamanda iş demek. Gittiğim her yerde gördüklerimi insanlara aktarmak istiyorum. Tatil yapmıyorum gezilerde. Yaz, kış gittiğim her yeri tatil gibi algılamıyorum. Ailemin tatil anlayışı da benimkinden çok farklı. Onlar rutin işlerden kurtulmak istiyorlar. Ben ise her yeri keşfederek kaydetmeyi ve anlatmayı istiyorum. Şu anda gittiğim yerleri, bu işi bıraktıktan sonra tekrar geleceğim ya da bir daha asla gidemeyeceğim yerler diye ayırıyorum. Türkiye’nin birçok bölgesine, yerine gittim, ancak buralara tekrar gitmem çok zor. Ben her şeye daha kültürel, yaşam, insan odaklı bakıyorum. Her yeri kendim keşfetmeyi, özgürce gezmeyi seviyorum.

Seyahat rotalarınızı nasıl belirliyorsunuz? Kültür geziler mi, deniz/kum/güneş gezilerini mi tercih ediyorsunuz?

Ben daha çok kültürel, iş, sorun, insan odaklı bakıyorum gezilere. İşimin gereği de olarak gittiğim her yere bu gözle bakıyorum. Deniz, kum, güneş olmuyor maalesef. Ekrana taşıdığım programda da bu şekilde hareket ediyoruz. Gezi programı yapıyoruz, ancak oradaki bir sorunu da ekrana taşıyoruz. Programı da bu anlamda çeşitlendirmeye çalışıyoruz. Örneğin sadece bir orman çekseniz olmuyor, biz bunu çeşitlendiriyoruz. Gezi formatı da bu şekilde oluyor. İnsanlar oraya gittiklerinde nelerle karşılaşacaklarını çok iyi biliyorlar. Bölgenin tüm kültürel, coğrafi özelliklerini ve insan yapısını gösteriyoruz. Benim gittiğim yerlere ulaşım da çok kolay olmuyor.

Seyahate çıkmak, yollarda olmak, yeni yerler, insanlar, kültürler keşfetmek sizin için ne anlam ifade ediyor?

Bu duygu beni çok heyecanlandırıyor. Geçtiğimiz günlerde Denizli’ye gittik. O bölgede ‘çarpana’ adı verilen bir pekmez üretimi sistemi var. Bunu yerinde görüntüledik ve ekrana taşıdık. Sadece bu geleneksel üretim şeklini görmek için gittik oraya. Hijyenik değil, ama son derece doğal. Doğanın enerjisini pekmezin içerisine yediriyorlar gibi. Bu şekilde yeni keşfettiğim kültürler, insanlar ve yerler beni çok etkiliyor. Tüm bu değerlerin yaşaması ve korunması gerektiğine inanıyorum. Bu tarzı isteyen ve hayatına katmak isteyen çok sayıda insan var. Dolayısıyla yaşatılması da çok kolay ve önemli. Geleneksel üretim yöntemlerinin daha hijyenik ve iyi koşullarda yapılıp geleceğe taşınabileceğini düşünüyorum. Bugün artık tokmaklı buğday değirmenleri kalmadı. Bunların korunması gerekiyor. Yaşatılmalılar. Turizm değeri de çok yüksek. Tek tek yok ediyoruz bunları. Özentimiz var, ama dijital ve mekanik bir özenti bu. Kültürel özentimiz yok maalesef. Bizdeki zenginlik doğada, insanda. İnsanlarımız dijital bombardımana tutulmadığı için insanınız çok zengin. İş aslında kırsalda, ama bunu fark etmemiz gerekiyor.

Gittiğiniz seyahatlerde bol bol fotoğraflar da çekiyorsunuz. Bunları kitaplaştırmak gibi bir projeniz var mı?

Fotoğrafçılığa çok merakım yok. Kendi cep telefonum ile çekiyorum. Profesyonel bir fotoğraf makinem var, ama gittiğimiz yerlerde taşımak çok zor oluyor. Zaten çok yükümüz var. Fotoğraf makinesi boynunuzda sallanıyor ve sağa sola çarpıyor. Fotoğrafçılar daha keyifli, sabırlı adamlar. Biz görüntü çektiğimiz için çok hızlı hareket ediyoruz, etmek zorundayız.

Hızlı hareket ettiğimiz için fotoğraf makinesi yük oluyor bize. Yeni çıkan cep telefonları da bu makineler kadar iyi çekiyor. Çok iyi bir fotoğraf için çok iyi objektifler gerekiyor. Bunlar da çok ağır maalesef. Kameramanlarımız bile video çekiyorlar sürekli. Çok az fotoğraf çekiyorlar.

Gezilerim sırasında çektiğim fotoğraflardan bir sergi açmayı düşünmüyorum. Sadece sergi açmak için sergi ya da kitap yazmak için yazmayı istemiyorum. Bunu yapmak zorunda değiliz. Mutlaka bir kitabımız olacak diye kendimizi zorlamanın da bir anlamı yok. Bir gün bu çekimlerin bir yere geldiğini hissedersem sergi açabilirim. Belki bir konsepti olmalı. Örneğin “Seyirci Kalmayın” için olabilir. Fotoğraf konusunda iddialı değilim.

güven islamoğlu

Gezi notları tutuyor musunuz? Bunları kitaplaştırmak gibi bir projeniz var mı?

Gezi notları tutmuyorum. Aslında sadece kafamda tutuyorum. Blog ya da kitap için gezi notu tutmaya vaktim olmuyor benim. İş odaklı gittiğim için vaktimiz çok değerli oluyor.

Bugüne kadar gittiğiniz destinasyonlar içerisinde sizi en çok etkileyen yer neresiydi?

Dünyada görmek ve gitmek istediğim çok yer var. Ancak vakitsizlikten dolayı gidemiyorum. Örneğin Kuzey Işıkları’nı görmek için Norveç’e gittim ancak hava şartlarından dolayı görmek nasip olmadı. Aynı amaçla İskoçya’ya da gittim, yine olmadı.

Türkiye’de beni en çok etkileyen yer Nemrut krater gölü. Burası volkanik bir çöküntü. Van Gölü’nün de oluşmasına neden olan bir bölge. Dağ önce patlayıp sonra içine çökmüş ve iki güzel göl bırakmış arkasında. Dağın tepesine çıktığınızda Van Gölü, krater gölleri ve Süphan Dağı’nı görebiliyorsunuz. İnanılmaz bir görüntü, muhteşem. Burada volkanın heybetini görüyorsunuz. Bölgedeki granit kayalar da çok ilgi çekici. Basınçtan dolayı sertleştikleri için oturduğunuzda pantolonunuzu kesecek gibiler. Bir tanesini İstanbul’a getirirken çantayı delerek dışarı çıkmıştı. Bu bölgeyi çok seviyorum.

Bunun dışında Kaçkar Dağları’nı çok seviyorum. Burada da gitmediğim yer yoktur sanırım. Yaylaları çok güzel. Kaçkar Dağları’nın zirvesinden seyir yapmak çok keyifli. Avrupa’da böyle bir bölge yok.

Istranca Dağları ve İğneada Longoz Ormanları’nı da çok seviyorum. Gerçekten muhteşem bir yer. 5-6 ekosistemin aynı anda var olduğu bir bölge.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir