Güneşin İzinde Van Gölü Yolculuğu

Söze nereden başlayacağımı bulmak inanın çok zor. Coğrafyası kendine özgü, insanı kendine özgü, tarihi kendine özgü bir şehirdir Van. Üç harften oluşur Van, kimine göre ‘’Aşk’’ gibidir, kimine göre ‘’Can’’.

Serhat şehrimizdir o… Dağlarıyla, ozanlarıyla, doğasıyla ruhlara şiir olup dile gelmiş bir şehirdir Van. Türkiye’nin en özel coğrafyasına sahiptir. Haksız değil insanlar Van Gölü’ne ‘’Van Denizi’’ demekte, gelen herkes Marmara Denizi’nden daha mı büyük diye soruyor Van Gölü için. Cevabını da verelim; Marmara Denizi’nin 3/1’i büyüklüğündedir Van Gölü. Etrafında bir tur atmak 435 km yol katetmeyi gerektiriyor. Hiç sıkılmadan Ege kıyılarında gezer gibi seyahat ediliyor Van Gölü’nün çevresinde, üstelik görkemi herkesi hayran bırakan Süphan – Erek – Artos Dağlarıyla çevrili bu gölün etrafında dolaşmak inanılmaz keyifli. İki şehir paylaşıyor Van Gölü’nü; Bitlis’in Tatvan ve Ahlat gibi ilçelerininde Van gölüne kıyısı var. Gregoryan Ermeni Hristiyanlar için çok büyük bir ruhani öneme sahip olan Akdamar Kilisesi de Van Gölü’nün içerisinde yer alıyor .

Biz Van Kalesi‘nden başlayalım anlatmaya. Urartulara başkentlik yapmış Tuşpa Kalesi, Van şehir merkezine çok yakın bir mesafede. Vaktiniz varsa gün batımını burada mutlaka seyretmelisiniz. Güneşin doğduğu şehirde gün batımı da bir başka oluyor. MÖ. 9YY’ da Urartular’ın en önemli krallarından I.Sarduri tarafından inşa ettirilmiş olan kale hem manzara hem de tarihsel kalıntılar bakımından çok etkileyici. Belirli noktalarında çivi yazılarıyla karşılaşıyoruz. Bu yazıtların bazılarında kalenin inşasında kullanılan taşlar, tanrılarına dualar ve olası bir saldırı ya da yazıtları tahrip etmeye karşı lanetler bulunuyor. Kralların kendilerini tarifleri ‘’ kralların kralı, halkının çobanı’’ şeklinde. Kalede Urartulara, Perslere, Akkoyunlu ve Osmanlılara dair eserler bulmak mümkün. Kültür kantlarının her birinin görülebildiği bir yerdir Van Kalesi.

Van deriz de kedileri nasıl es geçeriz. Şehir merkezinden Van Kalesi’ne doğru giderken yol üzerinde Kedi Evi yazan bir tabela ile karşılaştığınızda hiç tereddüt etmeyin durun o muhteşem zarafeti kendi gözlerinizle görün. Biri kehribar, diğeri mavi gözler, pamuktan beyaz tüyler ile Van kedileri bölgenin en meşhur canlısıdır. Büyükbaş hayvancılığın en yaygın görüldüğü noktalardan birisi olan Van’da kedilerin ön plana çıkabilmesi için ancak böylesine etkileyici bir görünüme sahip olması gerekirdi, Van Kedisi bunu başardı. Van kedisine dair bilmemiz gereken bir konu da Van Kedisini satın almak ya da şehir dışına çıkarmak suç unsuru. Genetiğini bozmamak için koruma altına alınmıştı bu güzide canlılar. O nedenle yalvarmak yakarmak nafile hiç uğraşmayın. Kedi Evi aslında Türkiye’nin en özel gümüş tasarımlarını yapan Urartu, Granüle ve Ermeni Savat işçiliklerinin en detaylı çalışmalarından örnekler sunan Arubani Art Atasoy Sanat Galerisi’nin bahçesinde yer alıyor. Oraya uğradığınızda Urartu Granüle sanatı ve Ermeni Savat sanatlarıyla ilgili bilgi almayı ihmal etmeyiniz. Çünkü Türkiye’de başka herhangi bir yerde o işçilik ve koleksiyonu görme şansınız yok.

Doğu, kilimsiz olmaz. Ne demişlerdi şarkıda ‘’sevdiğine sözü olan bir kilim dokur, kilimin dilinden ancak anlayan okur’’. Doğu Anadolu’nun dillere destan kilimlerini görmeden gitmek olmaz. Mutlaka devlet teşvikleriyle oluşturulan halı ve kilim dokuma atölyelerinde bölge dokumacılığına dair de bilgi almanız gerekir. Eski usullerle gencecik kızların makineleşen dünyaya karşı verdiği bir savaştır dokumacılık. Bir sanat savaşıdır. Yok olmaya yüz tutan kilim ve halı dokumacılığını ha gayret yaşatmaya çalışan insanların verdiği emek sizleri şaşkına çevirecek. Renkleriyle, inceliğiyle sağlamlığıyla Van kilimleri, bölgedeki etkisi hala süren Ermeni-Azeri halıları ve kıyasıya yarıştığımız İran halılarını birebir görüp tanımanız sizin için bir sanat atölyesini gezmekten farksız olacaktır.

Van Kalesi’ne gidilir de Çavuştepe‘ye gidilmez mi? Gidilir, hem de koşa koşa gidilir. Neden mi ? Çünkü Mehmet Kuşman orada hala bekçilik yapıyor ve kaleyi gezdiriyor. İsim tanıdık gelmediyse hemen tanıtayım; Mehmet Kuşman, Çavuştepe kazıları başladığında oradaki çalışmalara katılan ve kaleye bekçi olan kişidir. ‘‘Yalnızdım burada, çok yalnızdım. Özellikle de kış gecelerinde. Bir ben kalırdım, bir de bu kale!’’ diye diye Urartucayı öğreniyor. Şaka yapmıyorum ortaokul mezunu Mehmet amcamız, gece gündüz demeden çalışa çalışa Urartucayı öğreniyor ve şu an dünyada Urartuca konuşabilen 36 kişiden birisi. En son konuştuğumuzda birkaç yıl içinde hiçbirimiz kalmayacağız diyor. Çok yaşlı olmalarından dolayı diyor, ama Allah uzun ömürler versin Mehmet amcayı görmeniz lazım hala çakı gibi.

Sırada bizi bekleyen bir tekne yolculuğumuz ve Akdamar Adası gezimiz var. Orta Çağ Ermeni mimarisinin mücevheri olarak bilinen Akdamar Kilisesi, kızıl andezit taşından yaptırılmış. Mimarı Keşiş Manuel. Ermeni Vaspragan Krallığı döneminde Kral I.Gagik tarafından yaptırılan bu kilise uzun bir süre Ermenilerin Katogigosluk (Ruhani liderlik ) makamı olmuş. Geçtiğimiz yıllarda restorasyonu tamamlanan kilise dönemi itibariyle başka hiçbir örneğine rastlanmayan işçilikler barındırıyor. Tevrat ve İncil’den alınma sahneler var. Adem ile Havva’dan, Nuh Tufanı’nda gemiden bırakılan hayvan türlerine, Yunus Peygamber’den, İbrahim Peygamber’in oğlunu kurban etme sahnesine kadar bir çok konu dış cephe kabartmalarında oldukça belirgin bir şekilde görülüyor. Badem ağaçlarıyla çevrili bu adayı gezmenin keyfi, tarifi mümkün olmayanlar listesinde yer alır.

Hiç Ahlat‘a gitmeyi düşündünüz mü? Eğer düşünmediyseniz hemen düşünmeye başlayın. Çünkü dünyanın en büyük Müslüman mezarlığı 800 yıldır orada. tahminen 40 ile 60 bin Müslüman mezarının bulunduğu Ahlat’ı önemli kılan ise mezar taşlarının birer sanat eseri olması. 4 m’nin üzerinde yüksekliğe ulaşabilen ve Türkiye’de başka hiçbir yerde görmeyeceğiniz detayda taş işçilikleriyle dolu bu mezarlık hala çalışmaların sürdüğü bir yer. Araştırmalar göstermiştir ki burada daha ortaya çıkmayı bekleyen binlerce yazıt ve kitabe daha var. Ama her şey bir yana, taş işçiliklerinin o muazzam detayları sizleri kendine hayran bırakacak.

Durun daha bitmedi, bir de Tatvan‘dan minibüslere binerek sizi son olarak bir yere çıkarmak istiyorum. Nemrut Krater Gölü‘ne… Müthiş bir oluşum, göz kamaştıran bir manzara. Zirveye ulaştığınızda hem Van Gölü‘nü hem Nemrut Krater Gölü‘nü aynı noktadan görebiliyorsunuz. Minibüslerle göl kıyısına gitmeden önce buhar bacalarına gidiliyor. Yer altında hala aktif olduğunu hissettiğiniz volkanizmanın yarattığı sıcak hava, buhar olarak dışarı çıkıyor. Bu benzersiz bir deneyim. Bu deneyimin ardından Krater Gölü’nün kıyısına ulaşılıyor ve fotoğraf molası veriliyor. Kuş gözlemcilerinin de favori mekânlarından birisi olan bu kıyıda Huş Ağacına dokunmadan dönmeyin. Çok nadir bulunan bu ağacın gövdesindeki pamuksuluğu hissetmek bile orayı sizler için unutulmaz kılacaktır.

Daha saymakla anlatmakla bitiremeyeceğimiz o kadar fazla şey var ki Van Gölü Havzasına dair… Hangi kelime, hangi şiir, hangi şair özet olabilir inanın bilmiyorum. Bildiğim bir tek şey var: Nefes alıyorsanız hayattasınız, hayattayken de yaşamalısınız.

TUTKUYLA YAŞAYIN.

 

3 Yorum

  1. Ne kadar güzel resimlenmiş ne kadar güzel anlatılmış… Yazın deniz kum güneş yerine Van’a ve diğer Güneydoğu gezilerine katılmayı düşünüyordum. Bu yazı beni kararıma emin kıldı.. mükemmel..

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir