Edinburgh Sokaklarında Ortaçağ’a Yolculuk

Unutulmaz film Braveharth, Cesur Yürek’in efsane kahramanı William Wallace’ın bir tarafı okyanusa bir tarafı yemyeşil ormanlara uzanan, sanki zamanın Orta Çağ’da durduğu bir şehir Edinburgh. Uçaktan indiğiniz anda sizi masmavi bir gökyüzü, mis gibi bir hava karşılıyor. Ancak bu mavi gökyüzüne aldanmamak gerektiğini tatilimizin ertesi günü başlayan ve son güne kadar yağan yağmur bize çok güzel öğretti☺ Hele bir de benim gibi yağmurdan pek hoşlanmayan biriyseniz durum biraz can sıkıcı gibi dursa da Edinburgh sizi öylesine büyüleyen bir şehir ki yağmur bile keyfinizi bozmuyor.

Edinburgh sokaklarında gezerken kendinizi bir Ortaçağ kasabasında geziniyor gibi hissetmeniz içten bile değil. Şehir klasik Avrupa şehirleri gibi iki kısımdan oluşuyor; eski şehir ve yeni şehir. Ancak Edinburgh’u diğer Avrupa şehirlerinden ayıran çok önemli bir fark var. Yeni şehirdeki yapılar 1700’lü yıllardan kalma ve işin en mükemmel yanı o binaların hala korunabilmiş olması. Ancak havanın sürekli kasvetli ve yağmurlu olmasından olsa gerek zaman zaman bu binalar arasında dolaşırken içinizi bir ürperti kaplayabiliyor. Hatta bazen öyle binalarla karşılaşıyorsunuz ki sanki Harry Potter filminin içindesiniz gibi. Zaten daha sonraki günlerde öğrendik ki filmin geçtiği okul, Edinburgh’taki bir okuldan esinlenilerek yapılmış.

İskoçya denilince akla ilk gelen kuşkusuz viski. Sokaklar viski dükkânlarıyla, restoranların menüleri sayısız viski çeşitleriyle dolu. Kendi başınıza hangi viskiyi içmek istediğinize karar vermeniz neredeyse imkansız. Bu noktada aksanlarını anlamak olağanüstü bir çaba gerektirse de garsonlar en büyük yardımcınız. Size sordukları birkaç soru ile aradığınıza en yakın tatta olan viskiyi size getiriyorlar. İskoçların kültüründe dikkatimi en çok çeken viskiyi oda sıcaklığında ve buzsuz içmeleri oldu. Sadece bazen hafifleştirmek adına birkaç damla su eklendiği oluyormuş. Gayda seslerinin eksik olmadığı, havanın 23.00’e doğru karardığı Edinburgh sokaklarında dolu dolu iki gün geçirdikten sonra katıldığımız bir turla, William Wallace’ın hikayelerini dinleyerek Highlands’e doğru yola çıktık. William Wallace’ın yaşadığı yeri ve heykelini görmüşüz ancak ben o kadar yorgundum ki kardeşimin bütün uğraşlarına rağmen uyanmamışım☹ Önünden geçip heykeli göremeyen nadir insanlardan biriyimdir herhalde.

img_7581-1024x768

Gözümü açtığımda kendimi eşsiz bir manzarayla karşı karşıya buldum. Karşımda uçsuz bucaksız Kuzey Buz Denizi vardı, sanki sonsuzluğa uzanıyormuş gibiydi. Daha önce kendimi hiç sonsuzluğa ve gökyüzüne bu kadar yakın hissetmemiştim. Dağları tepeleri aştık deyimini Highlands’de tam anlamıyla yaşadık diyebilirim. Yalnız bu kadar engebeli yollardan geçilen bir yolculuk hiç bu kadar keyifli olmamıştı. Her birine bu kesinlikle en güzeli dediğim, sayısını hatırlamadığım kadar gölün kıyısından geçtik.

img_7518-1024x768

Ama beni en çok etkileyen hala perilerin yaşadığına inanılan ‘Fairy Glen’ oldu. Tinker Belle’le Peter Pan’le büyüyen bir çocuk olarak perilerin varlığına inanıyor olmak çok da garip bir durum olmasa gerek. Belki de hayatın hiç beklemediğim anlarda karşıma çıkarttığı mucizeleri kendimce Tinker Belle’lere bağlıyor olmamdır bunun nedeni. Hala zaman zaman düşünürüm dünyayı masallar kurtarabilir mi diye… Yorucu olduğu kadar büyüleyici olan bu yolculuğun ardından iki gün boyunca kalacak olduğumuz minik kasaba Potree’ye geldik. Portree, Buz Denizi’nin kıyısında şirin mi şirin küçücük bir kasaba.

img_7466-1024x768

Normalde deniz ürünleriyle pek aram yoktur, ama şunu kesinlikle söyleyebilirim ki Portree’de yaşıyor olsam deniz ürünleri kuşkusuz en sevdiğim yemek olur. O kadar lezzetli olabileceğini asla tahmin etmediğim için annemlerin bütün ısrarlarına rağmen deniz ürünlü hiçbir yemek sipariş vermeyip onların yemeklerinin tadına baktım ve kesinlikle bayıldım ama yiğitliğimi bozmamak adına asla beğendiğimi onlara itiraf etmedim! Lakin, tazecik somonların, karideslerin tadı hala damağımda desem yeridir.

img_7618-1024x768

Turumuzun son gününde canavarı ile ünlü Loch Ness’e gittik. Van Gölü Canavarı efsaneleriyle büyüyen çocuklar olduğumuzdan bu canavar hikayesi bizi pek etkilemedi tabii ki, ama yine de söylenenleri sizinle paylaşmadan geçmek olmaz. Ness Gölü dünyanın en derin çukuruna sahipmiş ve Google Earth tam o çukurun olduğu yerde yaşayan bir canavar olduğunu tespit etmiş, inanıp inanmamak sizlere kalmış. Ben canavarlardansa perilere inanmayı tercih ediyorum☺ Boş zamanımızda Ness Gölü’nün kenarındaki şirin restoranda yemek yeme kararı aldık. İçeri girdiğimizde duvarda asılı olan bir nazar boncuğu, nargile ve darbuka bizi karşıladı. Menüyü elimize aldığımızda ise yemeklerin Türkçe yazdığını görünce daha fazla dayanamayıp sorduk ve öğrendik ki gölün kenarındaki tek restoranın sahibi Türk’müş. Bir kez daha anladık ki Türkler her yerde☺ Bu keyifli yemeğin ardından tekrar Edinburgh’a doğru yola koyulduk.

img_7648-1024x768

Ailecek gezgin ruhlu olduğumuzdan buraya kadar gelip de bir Glasgow’u da görmeden dönmek olmaz dedik ve son günümüzde 40 dakikalık bir tren yolculuğunun ardından Glasgow’a vardık. Ama öyle bir yağmur vardı ki bir an bile durmadı desek yeridir, oradan oraya sığınmaktan şehirden pek bir şey anlayamadan Edinburgh’a döndük.

Artık ayrılık vakti gelip çattı bu şehirden, ilk defa bir şehirden ayrılırken içim her zaman olduğu gibi çok burkulmadı. Hani şehri beğenmediğimden mi diye soracak olursanız asla değil kesinlikle görülmesi gereken insanı büyüleyen bir şehir Edinburgh ya da Highlands’deki her manzara hala gözümü kapadığımda aklımda, ama anladım ki ben Akdeniz kuşağı sıcak iklim insanıyım. Sürekli yağmur, karanlık gökyüzü etraf ne kadar yeşil manzaralar ne kadar büyüleyici olsa da pek benlik değil. Üzerimde yağmurluk elimde şemsiye olmadan kuru kuru gezmek benim için daha keyifli…

2013 yılında Tarih Bölüm'ünden mezun olduktan sonra tarih, gelenekler, en çok da yeni yerler keşfetme ve yemek aşkı ile 2014 yılında ucanmutfak.com adlı blogumu kurdum. Böylelikle hayata dair en büyük tutkularımı herkesle paylaşabilme imkanı yakalamış oldum. İş hayatından fırsat buldukça yeni yerler keşfetmeye, yeni yemekler denemeye ve bu keşiflerimi blogumda paylaşmaya çalışıyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir