Dünyanın Merkezine Yolculuk: New York

Kim New York’ta “Büyük Elma” Yemek İster?

Şimdi Central Park’ta olduğunuzu hayal edin. Mevsimlerden de ilkbahar olsun… Kışın soğuk rüzgarlarının yerini ılık, hafif esintilere bırakırken, çevrenizi saran rengarenk çiçekler ve ağaçların arasında kısa bir gezintidesiniz. Kafanızı yukarıya kaldırdığınızda gökyüzünde size eşlik eden kuşların hemen yanı başından bembeyaz bulutları görebiliyorsunuz. Bir tarafta çocuklar koşturuyor, bir tarafta bir adam köpeğini gezdiriyor. İlerideki dondurmacıdan bir şeyler almak var zihninizde. Sonra da en yakın İtalyan pizzacısına giderek karnınızı bir güzel doyurabilirsiniz. Akşama da Broadway’de bir müzikal izlenir artık…

Bu giriş epey uzar gider, çünkü bahse konu olan mekan New York… Burası Amerika Birleşik Devletleri’nin en büyük kenti. Aynı zamanda dünyanın da en büyük kentlerinden biri. Dünyanın en önemli güç merkezi… Küresel ekonominin ve siyasetin odak noktası… Yaşayan hemen herkes için bir çekim merkezi. Sosyokültürel başkent… Burayı yakından tanıyanların deyimiyle Büyük Elma… Hadi ondan bir ısırık da biz alalım. Ne dersiniz?

Neden ‘Büyük Elma’

New York’un sokaklarında gezmeye başlamadan ve şehrin hikayesini sizlerle paylaşmadan önce neden buraya “Büyük Elma” lakabı takıldığından bahsedeyim. Bunun için sıragelen birçok neden var. Ancak tarihi kayıtlara göre bu ismi şehre ilk kez takan, New York Morning Telegraph gazetesinin yazarlarından ünlü gazeteci John J. Fitzgerald. Köşe yazılarından birinde şehrin ışıltılı yaşamı ve zengin sosyokültürel yapısı için bu deyimi kullanmış Fitzgerald. Onu 1930 ve 1940’lı yıllarda şehre gelen caz sanatçıları izlemiş. En çok burada para kazanmışlar, o yüzden Büyük Elma’yı çok sevmişler. Sonrasında da ağızdan ağıza süregelmiş “Büyük Elma”.

 John J. Fitzgerald

Biraz da tarih…

Bu dünya şehrinin hikâyesi, 15. yüzyılda İtalyan kaşif Giovanni da Verrazzano‘nun, gelecekte New York limanı olarak adlandırılacak bölgeye gelmesiyle başlıyor. Onu Hollandalı kaşifler ve onlar adına çalışan İngiliz kaşif Henry Hudson takip ediyor. Hudson, bölgeye gelerek gelecekte kendi adıyla anılacak Hudson Nehri‘nde ilerleyip, 11 Eylül 1609’da Manhattan’ı keşfeder. Bugün bildiğimiz şehir silüetinin ilk oluşumları ise bir Hollanda kolonisinin New Amsterdam ismiyle 1613’de kurulmasıyla atılır. Sonra İngilizler 1664’de şehri alır ve adını, İngiliz York Dükü‘nün şerefine New York olarak değiştirirler. Şehrin hakimiyeti 1673 Ağustos’unda kısa süreliğine yeniden Hollandalılara geçer ve şehrin adı “New Orange” olarak değiştirilir. Fakat bu kısa süreli zafer 1674 Kasım‘ında sona erer ve tekrar İngiliz hakimiyetine giren şehrin adı son kez New York olarak değiştirilir. 1788’le 1790 yılları arasında New York, yeni kurulan Birleşik Devletler’in ilk başkenti olur. Ancak bu ünvanı daha sonra Washington’a kaptırır.

New York

Haydi biraz gezelim…

Dünyanın hızla gelişen metropollerinden biri olan New York, Avrupalı kardeşlerine göre çok daha genç, dinamik, hızlı ve yaşayan bir bir şehir. Gecesi ayrı, gündüzü ayrı olan bu kentte, saatlerin hiçbir önemi bulunmadığı hissiyatına kapılıyorsunuz. Çevrenizi saran yüksek binalar, gökdelenler, anlatıma göre coğrafi konumun sunduğu yetersiz araziler nedeniyle tercih edilmiş. Ancak etrafınızı saran ihtişamlı binaları gördüğünüzde bunun sanki bilinçli bir tercih olduğunu düşünüyorsunuz. 1900’lü yılların başında gökyüzünü delmeye başlayan binalar arasında şüphesiz en ünlüsü Empire State Building... Biraz modası geçmiş olsa da halen dimdik ayakta duran yapı, Art Deko tarzında, 381 metre olarak inşa edilmiş. Şehrin silüetini süsleyen en güzel binalardan biri olan Empire State’i hem gündüz hem de gece görmenizi tavsiye ederim. Fotoğraf makinenizi de yanınıza almayı unutmayın tabii.

 Empire State Building

Şimdi şehrin kalbine yolculukta, yani Times Square’a… Broadway’de 7. ve 4. caddenin kesişiminde bulunan bu ışıl ışıl meydanda turlayın, sosisli sandviç yiyin, çevrenizdeki çok sayıda bulunan kafelerden birine oturun ve bir kahve için. Evet, trafik her daim çok, ışıklar hiç sönmüyor, insanlar üstünüze geliyor ama burada çılgın Amerika rüyasını dibine kadar yaşayabilirsiniz.

Times Square

Sıra Özgürlük Heykeli’nde… Özgürlük Anıtı ya da Bayan Özgürlük de diyebiliriz. Bedloe Adası’nda dikili duran 93 metre yüksekliğindeki heykel, Amerika’nın Amerika olmaya henüz başladığı 1886 yılında Fransa hükümeti tarafından hediye edilmiş. Adaya ulaşım sağlayabileceğini feribot yolculuğu, size aynı zamanda şehrin silüetini de gösterecek. Şehrin en ünlü mekanlarından biri olduğu için azıcık sıra beklemeniz gerekebilir. Programınızı buna göre yapmayı ihmal etmeyin…

Özgürlük Heykeli

Dünyada New York’u bu denli önemli yapan iki nokta da şimdi sıra. Biri paranın merkezi Wall Street, diğeri de 11 Eylül saldırıları ile yıkılan Dünya Ticaret Merkezi Kuleleri. Wall Street’e girdiğinizde kendinizi zengin olacakmış gibi hissetmeniz normal. Bunu herkes gibi ben de yaşadım. 11 Eylül saldırılarının olduğu yerde de aynı şekilde acıyı içinizde hissediyorsunuz. Umarım böyle şeyler bir daha hiç yaşanmaz

Azıcık dinlenelim…

New York’a gelip de Central Park’da biraz yürümeden ve bir banka oturup seyyar satıcılardan bir şeyler alıp yemeden olmaz tabi. İrili ufaklı göller, botanik bahçeler, buz pisti, cafeler ve spor yapabileceğiniz alanlar bulunan bu koca park, şehrin stresi ve gürültüsünden biraz olsun kaçarak soluklanmak için en uygun mekan.

Central Park

Biraz dinlendiysek, sıradaki rotamız Broadway. Hollywood’da doğan, gişe amaçlı ve büyük bütçeli sinema endüstrisinin aksine, Amerikan tiyatrosunun ve bağımsız sinemasının kalbi New York’da atar. Her biri 500’den fazla izleyiciyi ağırlayabilen 39 tane tiyatronun yer aldığı Broadway’de sergilenen ve izleyicinin hafızasında derin izler bırakan birçok müzikal arasında, yıllarca kapalı gişe oynayan Cats ve The Phantom of the Opera‘nın ayrıcalıklı birer yeri var. Ancak Broadway sadece büyük tiyatroların ve oyunların mekânı değil. Kapasitelerine bağlı olarak Off-Broadway ve Off-Off-Broadway olarak isimlendirilen daha küçük tiyatro salonlarında, geleneksel tiyatro anlayışından uzak, daha esnek ve daha yenilikçi oyunlar sahneleniyor.

Broadway

Jazz at Lincoln Center, Metropolitan Opera, New York Kent Operası, New York Kent Balesi ve New York Filarmoni Orkestrası‘nı içeren, Lincoln Gösteri Sanatları Merkezi, Birleşik Devletler’deki benzerleri arasında en muhteşem performansların sergilendiği yer olarak öne çıkıyor. Ancak söz konserlerden açıldığında Carnegie Hall‘ün ayrıcalıklı bir yeri var. Müziğin sihirli tınıları Carnegie Hall’ün büyüleyici akustiğinde insanı, bu dünyaya ait olmayan farklı bir evrene götürüyor.

 Jazz at Lincoln Center

Peki Ne Yiyip İçeceğiz?

Bu kozmopolit şehir, sunduğu sayısız keyfin dışında ayrıca tatları ile de zihnimizde yer bırakıyor tabii. Hemen her yerde bulabileceğiniz sosisli sandviç arabaları, hamburgerciler, New York usülü elmalı tart, dondurma, cheesecake, Chowder çorbası, ruben sandviç, bageller, deniz mahsülleri şehrin geleneksel lezzetleri.

Meşhur New Yor Bagelları

New York’un göçmen sakinlerinden olan İtalyanların ve Musevilerin açtığı pizzacılarda New York usulü pizzadan yemeyi unutmayın. Bir de bizde simit neyse New York’da da bagel o. Sabah kalktığınızda bir elinde bagel, diğerinde kahve olan insan görüntülerine alışın. Ben saymadım, ama bir riyavete göre şehir de 4.000’in üzerinde seyyar satıcı varmış.

New York Pizzası

 Amerika turları için tıklayınız…

 

Terapi yöntemi gezmek, okumak, araştırmak ve öğrenmek olan, insana ve doğaya aşık, daha gezeceği uzuuun yolu olan bir kadın...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir