İlk olarak 2014 Eylül’de, Balkan turunda 9 günde 8 ülke gezmiştim. Her gün bir başka ülkede ve kültürde uyanmak… Üsküp, Belgrad, Dalmaçya kıyıları, Kotor, Budva, Ohri… Atamızın doğduğu Selanik… Hem tur fiyatları uygun, hem de yeme-içme, alışveriş… Aynı ekipten bir hanım da, benim gibi çok etkilenip her karşılaştığımızda
-”Tekrar gidelim mi? der ”,çok sürmez bu ısrar ve… 24 Ekim 2016’da Büyük Balkan turuna tekrar çıkarız.
İlk defa gelenlerle bu dünyayı paylaşmak güzel, ama geçen sefer göremediğim bir yer var. Bu sefer mutlaka gitmem lazım… Daha ilk günden öyle bir anlatırım ki; bir yer var… Bütün grup merak eder açıkçası, birazda
Heyecanla turun 7 gününü beklerim. Sadece fotoğraflarından gördüğüm, okuduğum bilgilerden biliyorum. Görmek bazen farklı oluyor, ya beğenmezlerse!!!
Bosna-Hersek’in sembolü Mostar Köprüsü kadar ünlü, 20 km uzaklıkta BLAGAY (Balagaj). Hersek-Neretva Kantonunda, Mostar havzasının güneydoğu bölgesinde yer alan bir kasaba. Bišće ovasının kenarında bulunan ve kent yapısı diğer yapılarından biraz farklı olan Blagaj; ılıman bir iklime sahip. Şehrin ismi de Boşnakçada ”ılıman” anlamına geliyormuş.
Nihayet varıyoruz. Otobüsten heyecanla iniyorum. Hiçbir şey görünmüyor ilk anda ve merak ediyorum. Etrafı kaplayan zakkum ağaçlarının pembe ve beyaz çiçekleri arasından, Karadeniz’den farklı bir yeşile sahip turkuaz akan nehir kenarından yokuş aşağıya, patikadan biraz genişçe bir yoldan ilerliyoruz. Yol boyu hanımlar tezgahlarında kekik, bal, el örgüsü veya deniz kabuklarından takılar satıyor. Bakmıyorum tezgahlara benim aklım hala görünmeyen, ama çağlayan sesi uzaktan yankılanan, güçlü bir karstik pınardan gelen Buna Nehri‘nin (Vrelo Bune) kaynağının yanındaki Tekkede.
Sırtını dayadığı devasa dağ, yanı başında mucizevi bir şekilde doğan nehir, suların âhenkli şırıltısı ile inanılmaz güzellikte bembeyaz Ünlü Blagaj Tekkesi nihayet karşıma çıkıyor.
1520’li senelerde Osmanlı mimarisi ve Akdeniz tarzının etkileriyle inşa edilen ve Bosnalılar tarafından millî anıt kabul edilen tekke geçmişte yalnızca dini-tasavvufi yapı olarak değil, birer sosyal, siyasi, iktisadi ve kültürel kurum işlevini görmekteymiş. Osmanlı’nın kısa sürede tüm Balkanları fethetmesi sonucu yüzlerce yıldır ister dindar olsun, ister sadece huzur bulmak ya da bizim gibi bu coğrafyanın güzelliğini yaşamak isteyen insanların buluştuğu adres buralar.
Aslında Trabzon Sümela veya Yunanistan’daki Meteora Manastırları gibi Balkan coğrafyasına yayılmış onlarca kuş uçmaz kervan geçmez yerlerdeki tekkelerin hikayeleri, mimarileri birbirlerine benziyor. Dervişler dünya karmaşasından kendi iç âlemlerine yönelebilmek için sakin mekanları tercih etmişler.
Osmanlı daha bu toprakları fethetmeden bir asır önce, Buna Irmağının çıkış kaynağı olan bu mağaranın yanına, Anadolu dervişi Sarı Saltuk‘un 770 kişi ile geldiği söyleniyor. Bölgede o dönem üç millet; Ortodoks Sırplar, Katolik Hırvatlar ve Hıristiyanlığın Bogomili (Hz. İsa’yı ilah değil peygamber sayan ve tek bir ilaha inanan) mezhebine ait Boşnaklar yaşıyormuş. Sarı Saltuk’un hayatını anlatan Saltukname Fatih Sultan Mehmed’in oğlu Cem Sultan şehzadeliği sırasında, yedi senelik bir çalışma sonucunda Ebu’l Hayr er-Rumi tarafından 1480
Bıçakla kesilmiş izlenimi veren bir dağ yamacının eteğindeki bu tekkede yaşayanlar, yüzlerce yıl bölgeye manevi güç katmışlar. Susuzluğu Buna Nehri, manevi susuzluğu da Sarı Saltuk veya Alperenler Tekkesi de denilen bu yer gidermiş.
Tekkenin içerisine girerken ,kapıda görevli hanım eşarp ve uzun etek veriyor. Ayakkabılarımızı çıkartarak, sesiz bir şekilde üst kata çıkıyoruz. Sedirleriyle, kilimleriyle ve pencerelerdeki el emeği perdeleriyle, mutfakta kullanılan yastaç, bakır tencereler ile tipik bir Anadolu evine benzeyen tekke bana çok da farklı gelmedi, ama dışında kendimi yüzyıllar önce Dede Korkut masallarının içinde, dağın mağarasından tek gözlü bir canavar çıkacakmış gibi hissettim. Bu güne dönersek savaşta çoğu tahrip edilse de Osmanlı’dan kalan eskiyi korumuş olan kent, bir yanda da yüzünü Avrupa’ya dönmüş. Blagay Tekkesi ezan sesleriyle, çan seslerinin birbiri ardına yükseldiği, iki farklı dünyanın kesişme noktası gibi.
Yılda 200 bin ziyaretçi burada şifalı kabul edilen suyundan içiyor, nar ve zakkum ağaçlarının rengarenk çiçeklerinin altında oturup ruhunu dinlendiriyor. Bizim de ruhumuz doydu, ama artık midemizi doyurma vakti. Hedef, hızlıca asma köprüyü geçip karşıdaki lokantada salata, haşlanmış patatesle- ALABALIK keyfi (menü 8 €). Sipariş gelince burada yetiştirilmiş, 2 Alabalık gelmesi de servislerinin bolluğunu gösteriyor. Çay- kahve faslından sonra herkesin yüzündeki mutluluk ifadesi ile geldiğimiz hafif yokuştan yukarıya doğru ayrılıyoruz. Herkes beğendi :)
VENİ-VİDİ-VİCİ yani benim tanımımla GELDİM-GÖRDÜM-YEDİM :)))