Merak edenler için Kudüs izlenimlerimi yazayım. Gidecek olursunuz falan işinize yarayabilir. Uzun bir yazı olacak ve gezi yazısı olacak.
Öyle bir yer düşünün ki dinler tarihi açısından önemi her yerden daha büyük. Yanlış anlamayın islam açısından Mekke’yi ve Medine gibi kutsalları dahil etmeden . Tek bir inanç bağlamında değerlendirmediğiniz zaman Kudüs/ Jerussalem ya da Beytül Makdis isimleriyle 3 büyük semavi dinin merkezidir Kudüs . İnananlarına göre Süleyman peygamberin mabedinin bulunduğu ,Meryem Ananın doğduğu, Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği, Musa peygamberin mezarının bulunduğu, Hz. İsa’nın göğe yükseldiği, Hz. Muhammedin miraca yükseldiği yer. Şimdi şöyle bir düşünürseniz böyle bir sentezi dünyada başka bir yerde görme ve biraradaligini yaşama şansınız yok bu çok net.
Türkiye’den İsrail’e giderken pasaportunuza İsrail adına herhangi bir işlem yapılmıyor. Sanırım elektronik bir sistemle vizeniz kayıtlarda görünüyor. Pul vs yapıştırmıyorlar israil adını taşıyan. Ama Türkiye’ye yurt dışı çıkış harcını ödüyorsunuz ve yurt dışı çıkış mührü pasaportunuza vuruluyor . İstanbul Atatürk havalimanından yaklaşık 1 saat 45 dakika ortalamayla İsrail’e Tel Aviv Ben Gurion havalimanına ulaşılıyor. Hiç bir kontrole uğramıyorsunuz ve pasaport kontrol noktasına gittiğinizde size ne amaçla geldiğinizi soruyorlar sadece . Turistik olduğunu söylerseniz hemen size bir kağıt veriyorlar .üzerinde resminizin bulunduğu ve barkod olan bu kağıdı hemen kontrol noktasının arkasındaki turnikelerde İstanbulkart okutur gibi okutuyorsunuz ve turnike açılıyor. Artık İsrail’e girdiniz.
Biz öncelikle otobüsümüz ile Tel Aviv şehir merkezine ardından da Jaffa’ya geçtik. Jaffa Osmanlı izlerinin görünmeye başladığı bir yer. Çarşı, pazar, bedesten, vakıf, camii gibi Sultan Mahmut dönemi ve Sultan Abdülhamid Saat Kulesi gibi eserleri görebiliyorsunuz. Kudüs ve Tel Aviv bölgesi oldukça pahalı onu söyleyeyim. Bir tosta 30 TL ödeyebiliyorsunuz. Sallama çay 9 TL’ye falan geliyor . Para birimi şekel, ama her yerde dolarla da ödeme yapılabiliyor. Tabii her yerde olduğu gibi burada da kur farkını kendilerine göre yuvarlıyorlar. 1 dolar 3.8 şekel civarı.
Jaffa’da verdiğiniz kısa bir molanın ardından Kudüs’e gitmek için yola çıktık. Yaklaşık 65 -70 km sonra Kudüs’e ulaşılıyor. Tel Aviv yemyeşil tarım alanlarıyla dolu. Yolun bir bölümünde çam ağaçlarından oluşan ormanlık alandan geçiyorsunuz. Kudüs’e ulaşıyorsunuz. Otele vardığımızda hava kararmıştı. Akşam yemekleri gayet de damak tadımıza uygundu. Yemeğimizi yedik ve 4 kişi kendimizi dışarı attık hemen. Otelden kısa bir yürüyüş sonrası Kanuni Sultan Süleyman döneminde inşa edilmiş ve bugüne kadar korunagelmiş surlarla karşılaştık.
Aynı saat dilimindeyiz İsrail ile. Saat 21:30 gibi otelden çıktık. Bir 10 dakikalık yürüyüşle surlarlaydık. Herod’s Gate ( Hirodes adıyla da bilinen ve Roma döneminde Kudüs bölgesine atanan bir Yahudi kralın adı Herod) yazılı kapıdan içeri girdik. Girdiğimiz gibi duvarlarda Arapça duvar yazıları, intifada, yani ayaklanma anlamına gelen yazılar Kabe çizimleri Kubbetü’s-Sahra çizimleri gördük. Bazılarımız için korku dolu bir manzaraydı. Köşe başlarında toplanmış 3-5 kişilik genç erkek gruplar görüyorduk. Kısmen tedirginlik verse de selamünaleyküm dediğinizde hemen selamınızı alıyorlar. Hele Türkiye’den geldiğinizi öğrendiklerinde Polat Alemdar hatırlatmasıyla gülerek size dönüyorlar. Bence oldukça güvenli bir şehir. Sadece Diyarbakır-Mardin sentezi içerisinde tamamen kapalı dükkanlar ve hayatın yatsı namazından sonra tamamen bittiği sokaklarda olmak sizi bin bir gece masallarında bir yerde hissettiriyor. Biraz korku biraz heyecan biraz merak her şey için içe giriyor.
Merdivenler boyunca yokuş aşağı indiğimiz sokaklara merakla bakarken kendimizi bir başka sokakta bulduk. Lion’s Gate st (aslanlı kapı sokağı ) Ve sokağın bir köşesinde bir tabelada Via Dolarasa yazıyor. İşte aradığımız sokak. Hz İsa’nın Çile yolu… O ismi okur okumaz şöyle bir heyecana kapılmamız fazla uzun sürmedi. Aslanlı kapıyı görmek için bir kaç adım atınca kapının orda televizyonlarda sıklıkla gördüğümüz İsrailli askerler vardı. Hemen yanı başımızda Birth of Virgin Marie Kilisesi. Korku heyecan merak karmakarışık duygularla fotoğraf çekinmeye başladık. Askerler bize doğru bakıyordu ve cesaret ederek askerlere doğru yürüdük. Hiç de korkulacak bir durum yok. Askerlerle İngilizce konuştuk ve tarif almaya çalıştık. Oldukça yardımseverlik gösterdiler.
Çile yolu ile ilgili tarif aldıktan sonra yol boyunca yürümeye başladık. Sadece bir sokaktan geçmiştik ki bir anda duvarlarda yer alan Hamas işaretleri yerini kiliselere bıraktı. Latin, Grek, Ermeni patrikhanesi ve kiliseleriyle dolu o sokağı yürüdük. Biz Müslümanız ama meslek gereği parayı Hz. İsa dan kazanıyoruz. Sokağın diğer sokakla kesiştiği yerde yine İsrailli askerler vardı. Onlara da sorduk tarif aldık. İlk girdiğimiz bölümde İslamic Quarter yazıyordu ve biz bir başka sokakla Christian Quarter’a geçmiştik. Bir sokak önce Muhammed Jewellery yazan dükkanlarda St George yazmaya başladı. Haç işaretleri görülen sokaklar boyunca yürüdük. Heyecanla yürümemiz devam ederken yol boyunca patrikhaneler, kiliseler her şey karşımızdaydı ve bir anda bir köşeyi döner dönmez Jaffa Gate‘e ( Hayfa kapısı ) ulaştık. Davut Müzesinin bulunduğu bu kapının orada, başka bir dünyadaydık. Müslüman ve Hristiyan bölgesindeki tenhalık yerini canlanan sokaklara bırakıyordu. İslami ve Hıristiyan bölümünde hiç bayana rastlamamıştık tek tük erkekle karşılaşıyorduk, ama burada kızlı erkekli genç yaşlı bir sürü insan vardı ve tabelada Jewesh Quarter ( Yahudi bölümü ) yazıyordu.
Tam bir kültür şoku. Sokaklarda yazısız bir anlaşma var. Herkes sınırını biliyor. Bu derece iç ilçelik bu derece keskin ayrım. Kültür sorunun dibindeydik: Tek tip kıyafet, tarikadi bir yaşam var Yahudi bölgesinde. Kadınların bir çoğu peruklu. Erkekler siyah fötr şapka, siyah kumaş pantolon, siyah ceket, siyah ayakkabı, sadece favorilerden aşağı sarkan uzatılmış saçlar ve içlerinde beyaz gömlek hemen herkes aynı tip. 1800’lerin ortasında bir dünyaya hoş gelmiştik. Önceki muhitlerde olmayan temizlik ve tarihi dokuyu bozmayan modernizasyon kendisini fazlaca hissettiriyor.
Diğer muhitlerde görmediğimiz bir detay daha var. Meydan.. O sıkış tıkış yerleşim alanında Yahudilerin bölgesinde muhtemelen eski bir camiden devşirme Haramban Sinagogu’nun yanında kocaman bir meydan var. Afalladık, şaşırdık, merak ettik ve yürümeye devam ettik. Kimse bize bakmıyor. Hele ben tam Filistinlilere benzer bir kıyafetliyim. Gerçi herkesin aynı tip giyindiği yerde başka ne giyerseniz aykırı kaçıyor, ama ne bileyim biz psikolojik olarak bize ters bakmalarını, gözlerini üzerimize dikmelerini, fotoğraf çekemezsiniz demelerini falan bekliyorduk. Ön yargımızla yüzleşmek de farklı bir duyguymuş. Bizi çok pis görmezden geldiler.
Kalabalığın yürüdüğü sokak boyunca yürüdük merdivenlerden aşağı inerken Roma döneminde soyluların ana caddesi olarak kullanılan bir sütunlu cadde karşımıza çıktı. Tarihi bir yer olarak korunmaya alınmış. Bu arada ne tarihi eser ne de evlerin üzerinde bir tane bile sprey yazı yok. Binalar da pırıl pırıl. Neyse bir şeyler yesek içsek mi derken vaktin çok geç olduğunu fark ettik. Yine kalabalığın yoğunlaştığı bir sokağa daldık. Bizi hala görmezden geliyorlardı. Bu enteresan bir rahatlık hissi uyandırırken, acabalarla başlayan sorular da yaratıyordu. Herkesin acabası kendine.
Neyse devam edelim. Bir 50 metre kadar yürütmüştük ki karşımıza harabe bir kilise çıktı. Haçlılar tarafından tahrip edilmiş bir Meryem Ana Kilisesi imiş, ama asıl bomba bir sonraki adamımız oldu ve merdivenlerden indik ve bir terasında oraya ulaştık. Bir Menorah Heykelinin altında (7 kollu şamdan Yahudilerin en önemli sembolü) müzik yapan diye düşündüğümüz ve aslında ilahi okuyan gençlerin bulunduğu teras, Süleyman Mabedinin koca meydanına bakıyordu. Ağlama duvarı olarak da bildiğimiz yeri görünce coştuk, çünkü hemen üzerinde Mescid-i Aksa bulunan bu ruhani yeri aniden görmek bizim için rüya gibiydi.
Biraz bekledik. Gençleri dinledik ve yeniden kendimizi merdivenlerden aşağı bıraktık. Acaba bizi alırlar mıydı? Güvenlik zorluk çıkarır mıydı? Sonuçta biz Müslümanız (herkes kendine tabii) ve Yahudiler için en büyük mabede gireceğiz. Yine aynı şeyi yaptılar. Kimse bize bakmadı, sormadı, ilgilenmedi, görmezden geldi ve biz artık Ağlama Duvarı adını verdiğimiz Süleyman Mabedinde Yahudi insanların arasına girmiştik. Önce geniş meydanında bir süre durduk. Acabalarımız o kadar çok ki sindiremeden düşüncelerimizi adım atmıyoruz. Ve o adımı da attık. Elimizde kameraları açık cep telefonları kimimiz öz çekim yapıyoruz kimimiz poz veriyoruz.
Biz turist rehberiyiz ve belki de ilk defa turist olarak seyahatteydik. Ve orada fark ettim ki gerçekten turist olabilmiştik. Acaba dediğimiz her şeyi yaptık, turistler yaparken şaşırdığımız her şeyi hem de. Yanlarına gittik, kafamıza kipa taktik, aralarında dolaştık fotoğraf çektik video çektik. Kimse bizi umursamadı. Artık saat gece yarısı olmuştu ve biz aşırı yorulmuştuk. Artık otele gitmeliydik, sabah erkenden tura devam edecektik. Taksiye binelim dedik, vazgeçtik duygusal nedenlerden ötürü, çünkü 3 km için 20 dolar istediler. Ve ilk girdiğimiz sokaklara geri döndük. Çile yoluna ulaştık ve Herod Kapısına doğru yol aldık. Yine dışarıda sokak başındaki Müslümanlara selamünaleyküm dedik ve otele vardık. Bir rüyadaydık, ama o rüyada da uyumamız gerekiyordu. Hepimize iyi geceler oldu. Hoş bulduk Kudüs’e… Kudüs’te sadece ilk günümde yaşadıklarım bunlar. Henüz gündüz gözüyle gezmeye başlamamıştım. Bir de gündüz gezdiğim yerler var ki artık onları anlatmak için kitap yazmam gerekir. Ve kaç tane kitap yazılırsa yazılsın tüm kitapların toplamı Kudüs ile ilgili sadece ön söz olur. Kitabın devamı için Kudüs’e gitmek gerekir.