Aret Vartanyan’ın Yolculuğu Üzerine Bir Söyleşi

Aret Vartanyan’ın içsel yolculuğu ve yollardaki yolculuğu üzerine…

Küçük yaşlarda klasikleri okumaya başladınız ve Nietzsche ile tanıştınız. Yolculuğunuzda bu eserlerin size bir etkisi olduğunu düşünüyor musunuz? Bize biraz sizi buraya getiren serüveni anlatır mısınız?

Yoksul ve sevgi dolu bir ailede büyüdüm. Kimsenin kitap okumayla işi yoktu sonuçta ilkokul mezunu, hayat görüşü olan gustoları olan, ama eğitim olarak değil normal sıradan bir aile. Benim kitap okumaya başlamam nasıl oldu hatırlamıyorum. Kitap almak istiyordum ve Beyoğlu’nda Aslıhan Çarşısı vardır, Galatasaray Lisesi’nin karşısındaki yer, oradan kitap aldım. Öyle başladı. Orada bir sahaf vardı. O sahaf beni 15 yaşına kadar besledi. Bende bu sayede yazmaya başladım.

Nietzsche hayatımdaki rol modellerden bir tanesi, içimdeki adetlerden bir tanesi Nietzsche’dir aslında. Hatta espri yaparım 60 yaşıma geldiğimde kireç kaplı bir odada tek başıma öleceğim diye, ama belki temel yaklaşımlarım Nietzsche’den etkilenmiştir. Birçok insan da etkilendi, onun çok önemli bir yeri var.

Yolculuğum

Ama benim yolculuk ne oldu? Sonra 12 yaşımda aikidoya başladım, arkasından anketörlük yaparak aikidoyu finanse ettim. Okul devam ediyordu. Ortaokul, lise bitti ardından iletişim fakültesi, sonra da yüksek lisans. Bu arada hep çalıştım.

2004 yılında Türkiye’ye dönerken ben Yaşam Atölyesini kuracağım dedim. Onu yaparken de ilk kitabım 2008’de çıktı. Bir yayınevi, internette ve kendi web sitemde paylaştıklarımı gel kitap yapalım dedi. Kabul ettim, “Sen ve Ben” öyle doğdu. Ondan sonra kimsenin beklemediği bir şekilde açıla açıla gitti zaten. Benim hayalim zaten bugünkü noktaydı. Yine hayallerim var, devam ediyor. Adım adım gidiyoruz o hayallere çünkü bir anda olmuyor ve ne mutlu ki işte o 2008’den bugüne 10 yıl geçmiş. Kitaplar zaten aldı gitti. Atölye 2008’de 5 kişiyle başladı. Hatta bir akşam Facebook’tan attığım bir duyuruyla başladı. Bir arkadaşımın avukatlık bürosunu kiraladım ve para da yok zar zor geçiniyorum zaten. Sabah işe gidiyordum, akşam da atölyeye uğruyordum. Ondan sonra olması gereken oldu ve işten istifa ettim. Ortağım var. O da benim öğrencim olarak gelmişti. O da istifa etti Eczacıbaşı’ndan ve biz beraber yürümeye başladık ve bugüne geldik.

Şu an neler yapıyorsunuz? Hangi projeler üzerinde çalışıyorsunuz?

Şimdi 9. kitap geliyor. Bir seri yazıyorum aslında. Roman edebiyat olarak Gitme Zamanı, Siyah Gözyaşı ve 13. kitabı geliyor şu anda. Arkadan dörtlüsü gelecek. Bu arada tabii insanların temel hayatında farklılık yaratacak yaklaşımları paylaşmaya devam edeceğim. Ara kitaplar yapıyorum. Gitme Zamanı, Siyah Gözyaşı, İnsanız Ayıbı Yok çıktı ara kitap olarak.

Yakın zaman içinde mi düşünüyorsunuz bu projeyi?

Yakın değil orta vadeli 5 sene diyelim buna. Ama şu anda öncelik mutfakları bitirmek. Öte yanda atölye devam ediyor. Bir lokomotif işimiz var şu anda, Kadir Has Üniversitesi ile birlikte eğitmen yetiştiriyoruz.

Kimse kimseye bir şey öğretemez diyorum. O anlamda bu kirliliğin içerisinde bu işi doğru yapabilecek insanlara dokunabilecek ve kariyerlerini yeni bir noktaya taşıyacak bir eğitim açtık. Bu bizim lokomotif işimiz 6 ilde şu anda. İkinci şey benim butik sınıfım var. Her pazartesi akşamı 6 hafta süren insandan başlayıp aşk, ilişkiler, cinsellikten devam edip kariyere inen, inanç sistemlerine giren 6 haftalık dolu dolu bir program. 10 ya da 12 kişi katılabiliyor.

Sonuçta kendi adıma şunu biliyorum, kişisel gelişime baya bir karşı çıkıyorum, psikolog ve psikiyatrlarla çalışıyorum. Çünkü basit bir şeyden bahsetmiyoruz. Rolleri çok iyi belirlemek lazım. O butik sınıfta da ben bir yolculuk yapıyorum. Bir de özel seanslarım var. Özel seanslarımı çok önemsiyorum. O da, o koltuğa oturarak oluyor işte. Günde ortalama 4-5 seans yapabiliyorum maksimum. Kendimi çok sıkmak istemiyorum ve iyi olanı vermek istiyorum. Ben iyi hissedersem iyi olanı verebilirim. Ben sorun çözerim, benim işim bu.

Ayrıca illeri geziyorum şu anda. Kitap tarafına döndüğümüzde nereye gidersem binlerce insanla kucaklaşıyoruz. En son Diyarbakır’a gittik, Konya ve Kayseri’ye gittik. Kitap fuarı zaten şova döndü. Her şey kapandı biz devam ettik.

Ben insanlara sarılırım ve din, dil, ırk, zengin, fakir, güzel çirkin bakmadan sarılırım. Ben sadece yaşıyorum, sadece hayatımı yaşıyorum. Ne istiyorsam onu yaşıyorum. Kolay bir şey değil. İnsanlara da diyorum ki, herkes sana bir şey olmanı söylüyor, sen neysen önce onu ol ve neysen öyle güzelsin. Uçuk musun uçuk davran. Mütevazi mi yaşayacaksın hayatını, mutlu bir yer mi istiyorsun, 3 çocuk mu istiyorsun devam et…

Benim işim kitaplarımla, sevilenlerimle, seanslarımla, el attığım her yerde insanların değerli olduklarını hatırlamalarını ve onu yaşamaya başlamalarını sağlamak. Sabah işe git, akşam eve git, sevmediğin işi yap, inanmadığın şeyleri yap. Hep bahane bul. Çünkü değersiz hissediyorsun kendini ve özgüvenin yerlerde. O yüzden de Türkiye’de ekonomik kriz var, o yüzden iş bulamıyoruz, çok mezun var o yüzden, zaten doğru iş yok ki, koşulları biliyoruz. Urfa’da Oxford vardı da biz mi okumadık? Urfa’da Oxford yok, ama Oxford’da okuyan Urfalı çocuklar var diyorum sürekli. Bahane istiyorsan bahane çok ve kolay bir hayat yok zaten.

Sevdiğin bir şeyi yapıyorsan mutlu olursun. Ama buna uygun yaşamalısın. Şimdi başka birisi benim yaptığımı yapmaya çalışırsa, bayılır düşebilir. Ben günde 4 semineri 4 ayrı ilde verebiliyorum. Çünkü hastayım ve bunu seviyorum.

Size ilham veren, yola çıkaran şeyler neler? Kaleminizdeki gücü nereden alıyorsunuz?

İçeriden. Benim bir dışarıdan motivasyona ihtiyacım yok. Sadece içeriden. Ben Beyoğlu’nda büyüdüm ve benim arka sokaklarımdaki insanların her biri kitap zaten. Veya her insan bir kitap, sende kitapsın, senden de bir şeyler alacağım ve aldım. Her insandan bir şey alabilirim. O kadar çok malzeme var ki, o kadar çok insanla beraber oluyorum ki bundan daha büyük bir beslenme kaynağı yok. O insanları kucakladığında ve kulağına fısıldananlar… Yaşlı bir teyzenin veya 9 yaşındaki bir çocuğun ya da üniversiteyi kazanmış bir gencin seninle tanıştım ve şu an istediğim bölümde okuyorum demesi… Bundan daha büyük bir motivasyon ve enerji olmaz zaten.

Yazar-okur ilişkisi içinde eserleriniz okurlarınızın hayatlarına dokunsa, sizi en çok mutlu eden şey ne olur?

Yaratıyorum zaten. İnsanların hayatında kalıcı bir fark yaratıyorum. Aynı görüşün altında sadece farklı yerlerdeyiz ve nerede buluşursak buluşalım, biz en az yüzlerce insan bir araya geliriz. Türkiye veya yurt dışı fark etmez. Bunu tek kaynağı da senin gerçekten samimi olarak inandığın şeyleri paylaşmandır. Tutar tutmaz, insanlar alır onu ya da almaz. Ben insanlar için yapmıyorum. Kendimi ifade etmek için yapıyorum ve bunun karşılığı varsa ne mutlu bana.

İnsana olan inancınız ile birçok insanın hayatında farklılık yarattınız. Sizce insana verilen değer günümüzde hangi noktada? Neler söylemek istersiniz?

Toplumsal açıdan bakacaksak dünyada insan sadece sürü haline getirilmeye çalışılan etkisiz eleman. Yani araba almak için çalışan, sonra aldığı maaşı krediye yatıran istemediği evlilikleri yapan ya da evlenmesi gerektiği için evlenen ya da evlendikten sonra devam etmesi gerektiği için devam eden. Bu sistem değişmedikçe ben de yine devam ederim. Bugün gerçekten Truman Show yaşanıyor. Net olarak yaşanıyor. Robotların gelişiyle insanlara ihtiyacımız kalmayacak.

Ben çok fazla kurumsal eğitim veriyorum ve çok fazla kitlesel proje yapıyorum. Kitlesel projeler kadın, çocuk ve genç projeleri oluyor. Kitlesel projeler yapmayı seviyorum. Örneğin Doğuş Grubu’yla ‘Bugün Günlerden Yarın’ projesi yurt dışında iki ödül aldı.

Yapay zeka 30 yaşında şu anda. Dolayısıyla çok net söylüyorum, çocuğunuz size robot bir damat getirebilir ve büyük ihtimal de öyle olacak. Filmler diziler hayali değildir. O kurguların bir gerçekliği vardır ve geleceğe illüzyon çizer. Matrix bunlardan bir tanesiydi ve şimdi çipleri konuşuyoruz. Geçtiğimiz hafta Suudi Arabistan dünyanın ilk robot vatandaşını kabul etti. Dubai polis teşkilatının %30’u şu an robotlar.

Hayatı sadece bir koşuşturma, bir mücadele olarak gören bir insanlık var. Bu aslında insanların günahı değil. Çünkü doğduğu andan itibaren ne kadar değersiz olduğu öğretiliyor ona. Herkes müdür olmak, herkes para kazanmak zorundaymış gibi veya herkes evlenmek, tek eşli olmak zorunda, çocuk yapmak zorunda… Herkes yüreğinde ne varsa onu yaşayacak.

Çalışan insanların %91’i pazartesi sendromu yaşıyor, %81’i param olsa çalışmam diyor. Bu tabloya bakarsak o zaman o insanlar kendilerini o değersizliğin içinde kaybediyor. İyi de bir tane hayatın var. Neyi bekliyorsun ki? Çünkü öbür türlü sevilmek için bunu yapmalıyım, değerli olmak için işte bu arabayı almam lazım… Bunlar değil işte olay!

Biraz da seyahatle ilgili sorular soralım… Seyahat rotalarınızı nasıl belirliyorsunuz? Kültür gezilerimi, deniz/kum/güneş gezilerini mi tercih ediyorsunuz?

Benim için rutin ölüm demek, veya tek bir şeyden beslenmek ölüm demek. O yüzden yazarken de deep transtan bir anda klasik müziğe geçiyorum, klasik müzikten caza geçiyorum, cazdan Türk müziğine geçiyorum. Seyahat tarafına geldiğimiz zaman ise, gittiğim bütün destinasyonlarda küçük de olsa büyük de olsa, bir ada da olsa ben o sokağa girmek istiyorum. Gittiğim yerlerin insanını, yemeğini, kültürünü almak istiyorum. 3 gün de olsa 3 yıl da olsa yaşamak istediğim bu.

Deniz kum tarafında ise tatile bakış açım hiçbir şey yapmama halidir. Yani insanlar 5 gün tatile gidiyorlar koştur koştur yemek yiyelim, yemekten şu kaleyi görelim bu kaleden oraya gidelim. Bu tatil değil, bu keyifli zaman geçirmek. Tatil hiçbir şey yapmama hali. Deniz kumdan bahsettiğimizde, benim tatil anlayışım yatarım kitap bile okumam müzik bile dinlemem hiçbir şey yapmam. Hamak varsa hamakta dururum bütün gün sonra düşerim suya sonra tekrar kalkıp hamağa yatarım. Yemek de çok önemli benim için. Tatil rotalarımı ayarlamayı çok seviyorum. Butik otelleri çok severim, güzel küçük pansiyonları da çok severim.

Yeni yerler, insanlar, kültürler, keşfetmek sizin için ne anlam ifade ediyor?

Kendi içimdeki farklı kişiliklerin yansımalarını görebilirim bu bir. Bende henüz keşfedemediğim başka şeyleri keşfedebilirim bu iki. Mesela ben iki yıl Amsterdam’da yaşadım, iki sene Oxford ve Londra’da yaşadım. Amsterdam benim için çok keyifliydi. Bir huzur var Amsterdam’da niye bilmiyorum.

Mesela bizim ülkemizde de gece dışarı çıktığımda herkes sadece kasılır, masalara yapışır ama yurt dışında bir barda yanındaki insanla çat diye konuşabilirsin. Orada beraber içki içebilirsin, dans edebilirsin hatta sarılabilirsin. Sonrasında görüşürüz deyip çıkabilirsin. İnsanlar kasılmazlar. İnsanlarla tanışıp kültür sohbetleri yapabilirsin ve buradan dostluklar da doğar. İletişim kuran insandan da kurmayan insandan da bir şeyler alabilirsin. Bu ülkeden ülkeye değişkenlik gösteriyor. Ben keşfetmek için gezmeyi seviyorum. Artık her yılbaşını bir ülkede geçirmeye başladım. Geçen sene Paris’teydik ve bir günlük Fransa turu yaptık. Aşık oldum Fransa’ya. Bu sene yılbaşında Fransa’ya gidiyoruz. 3-4 gün Fransa’yı keşfedeceğim.

Henüz görmediğiniz hangi coğrafyaya seyahat etmek istersiniz?

Aslında daha çok Güney Amerika kültürünü merak ediyorum. Uruguay… Uruguay çok ilginç bir yer. Uruguay’ı çok duyuyorum çok öneriyor insanlar. Balayı destinasyonu olarak da en iyilerden birisi Uruguay.

Aret Vartanyan’ın seyahate çıkarken çantasında genelde neler oluyor? Bir yolculuğa çıkarken en çok ihtiyaç duyduğunuz eşyalar hangileri?

Kulaklığım, telefon şarjı. Ben seyahate zaten bavulla çıkmıyorum. Gördüğün gibi sadece siyah tişörtlerim var. Sadece farklı siyah tişörtlerim var. Seyahate çıkarken 6 tane tişört alıyorum, boxerlar, 2 ayakkabı… Böylece seyahat eşyalarımı tamamlamış oluyorum. Benim için sırt çantam da çok önemlidir. Gittiğim yerlerde taksi kullanmayı sevmiyorum, oranın metrosuyla veya toplu taşımasıyla hareket ediyorum. Çünkü böylece o yerlerin daha iyi içine girebiliyorsun.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir