Altı Bin Yıllık Bir Tarih: Ohrid

Ey göl, hatırında mı? Bir gece sükut derin,
Çıt yoktu su üstünde, gök altında, uzakta,
Suları usul usul yaran kürekçilerin
Gürültüsünden başka.
Birden şu yeryüzünün bilmediği bir nefes
Büyülenmiş sahilin yankısıyla inledi
Sular kulak kesildi, o hayran olduğum ses
Şu sözleri söyledi;
‘‘Zaman, dur artık geçme, bahtiyar saatler, siz
Akmaz olunuz artık! ’’

Ne güzel söylemiş La Martine…

Ohrid’ye gideli daha bir sene olmamıştı, ama yılbaşında yaptığım 2016 yılı seyahat planlarım arasında ilk sırayı çoktan almıştı bile. Bir şey var o güzel sahil şehrinde, bir türlü çözemediğim ama beni sürekli kendine çeken. Orada olduğumda tıpkı La Martine’in de dediği gibi zaman dursun akmasın istiyorum. Saatler, günler hiç geçmesin ben gölün kenarında oturup uzaklara dalıp hayaller kurayım… Saatler hep aynı kalsın, ben hep o huzur dolu göl kenarında oturayım.

Ohrid

Bu ikinci gidiş beni o kadar etkiledi ki sokak sokak gezip orada yaşama hayalleri kurdum. Hatta İstanbul’a döner dönmez satılık ev bile bakmaya başladım. Malum, İstanbul’u terk edip küçük bir sahil kasabasına yerleşmek son yılların en trend söylemlerinden. Özellikle de kurumsal hayatta sıkıcı plazalarda çalışanların hiç dilinden düşürmediği hayallerden. Ne yazık ki iş hayatına başlamamla beraber ben de bu klişe hayalin peşine düşenlerden biri oldum. Çok sevdiğim hatta uğruna şiirler yazdığım İstanbul’u terk etmek hayallerim arasında ilk sırayı alır oldu.

Kendimce haklı olduğum nedenlerim de var aslında. Belki de onlardır beni bu denli Ohrid’e yaşama aşkıyla yanıp tutuşturan. En basitinden orada sokakta gördüğünüz insanların yüzünde mutluluk, gözlerinde sevgi var. Artık ülkemizde ne yazık ki hiç göremediğimiz insan profili. Sanki bizim 10 sene önceki halimiz gibi, birine bir şey sorduğunuzda size yardımcı olmak için olağanüstü bir çaba sarf eden, girdiğiniz her mağazada her kafede sizi güler yüzle karşılayan sevgi dolu insanların şehri Ohrid.

Bu kadar duygusallık iç dökmek yeter biraz da Ohrid’in güzelliklerinden, ilk gidişimden farklı olarak gördüklerimden bahsetmek lazım. UNESCO tarafından koruma altına alınan bu şehre adını veren gölün bir ucu Makedonya’da bir ucu Arnavutluk’ta… Baktığınızda uçsuz bucaksız bir deniz aslında. Tertemiz bir suyu var en derin yerinde bile neredeyse 200 m derinliğe kadar dibini görebiliyorsunuz zaten halk arasında da ‘gözyaşı gölü’ olarak anılıyor. Yaz sezonu ile kıyaslandığında çok daha sakin bir şehir karşıladı bizi, gece yarısına kadar sokaklarda olan eğlenceli yaz kalabalığından eser yoktu, ama sakinliğin güzelliği de bir başkaydı.

Ohrid

Ohrid’nin her köşesinden bir tarih, bir yaşanmışlık, bir hikaye, bir rivayet fışkırıyor. Bunlardan eski şehrin merkezinde 550 yıllık olduğu söylenen, kocaman bir gövdesi olan bir çınar ağacıyla ilgili olanı paylaşmak istiyorum. Rivayete göre bu ağacın gövdesinde eskiden bir berber dükkanı varmış, ancak zamanla ağaca zarar verdiği için kapatılmış. İlk duyduğumda pek inandırıcı gelmemiş olsa da gövdenin büyüklüğünü gördükten sonra gerçek olabileceğini düşündüm.

Tıpkı çoğu Balkan ülkesinde olduğu gibi Makedonya’da da halkın bir bölümü Türk ve o kadar tatlı bir Türkçe konuşuyorlar ki saatlerce oturup dinlesem sıkılmam. Özellikle Türklerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde gezerken kendinizi sanki bir zamanların sevilen dizilerinden ‘Elveda Rumeli’nin setinde gibi hissediyorsunuz. Zaten dizinin çekildiği bir çok yerde Ohrid’de yer alıyor. Siz de geçmişe yolculuk yapmak, etrafınızın neşeli insanlarla, güzel manzaralarla dolu olduğu hem uygun fiyatlı hem de unutulmaz bir tatil yapmak istiyorsanız rotanızı Ohrid’ye doğru çevirebilirsiniz. Ayrıca Ohrid’de Balkan Mutfağı‘nın lezzetli mezelerinin yanı sıra, Ohrid Gölü‘ne özgü Belvika denilen alabalığı muhteşem bir göl manzarası eşliğinde tadabilirsiniz.

Ne yazık ki iki gün gibi gibi kısa bir sürenin ardından ayrılık vakti geldi çattı, içim buruk ve hüzünlü… En kısa zamanda görüşmek üzere, kalbimin bir parçasını bıraktığım güzel şehir. Kim bilir bakarsın bir gün Nazım’ın dediği gibi deniz değil belki ama balığıyla, yosunuyla bir göl olur hiç ayrılmam yamacından…

Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.

Nazım Hikmet

2013 yılında Tarih Bölüm'ünden mezun olduktan sonra tarih, gelenekler, en çok da yeni yerler keşfetme ve yemek aşkı ile 2014 yılında ucanmutfak.com adlı blogumu kurdum. Böylelikle hayata dair en büyük tutkularımı herkesle paylaşabilme imkanı yakalamış oldum. İş hayatından fırsat buldukça yeni yerler keşfetmeye, yeni yemekler denemeye ve bu keşiflerimi blogumda paylaşmaya çalışıyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir